31 Aralık 2013 Salı

2014 aman diyeyim...

Sevgili 2014 aman diyeyim nice kardeşinin yaptıklarını sen bari yapma. Kendim ve arkadaşlarım için üç dilek hakkımı kullanıyorum :)

Öncelikle lütfen hiçbirimize hayat dersleri falan vermeye kalkışma. Anladık hayat inişli çıkışlı, gülmekte var ağlamakta hatta sevdiklerini kaybetmekte... Tamam, bu faslı geçelim artık. Bütünlemeye kalmış öğrenci gibi hep hevesimizi kursağımızda bırakmana ne gerek var?

İkinci olarak  "hadi şimdi hatalarımızdan ders çıkarıyoruz" tadında söylemler bitsin bu sene. Kendi adıma hatalarımdan ders çıkarmak falan istemiyorum. Kimseye zarar gelmediği sürece bu sefer yaptığımız hataların üstüne tüy dikip hiç birşey öğrenmeyelim

Üç: Bu sene doğru / yanlış kavramlarını tekrar tanımlamaya karar verdim. Beni mutlu eden şey doğrudur. Beni mutsuz eden şey yanlıştır. Bu kadar basit. Daha adımımızı atmadan eleştiriye başlayan, akşam keşke onu öyle değil böyle yapsaydın diye bizi uyutmayan içimizdeki küçük yargıçıklar uzun bir adli tatile çıksın.

2013'te bizi toma, biber gazı, akrep gibi türlü türlü acayip şeyle tanıştırdın. Bu sene süprizlerin daha güzel olsun, derin derin nefes alınca içimize oksijen dolsun. Yaptığın en iyi şey bütün ayrımları kaldırıp bizi birbirimize kenetlemekti. Bağımız hiç azalmasın, hep artsın...

Hayat, bana en çok güzel dostlar kazandırdın, bu linki size yolladıysam sende onlardan birisin ve iyiki varsın ;)

Sevgiler hepimize...

5 Aralık 2013 Perşembe

Bugün bilgelik için ne attın?





Ben ve kırmızı koltuğum 10yıldır ayrılmaz ikiliydik ama ne kadar ayrılmaz olduğumuzun farkında bile değilmişim. Bir gün bir arkadasım atsana artık şunu dedi ve evimdeki en eski eşya olmasına rağmen atmayı hiç ama hiç aklımdan geçirmediğimi farkettim. 

On yıl öncesine bakıyorum da; kırmızı koltuk hariç hayatımda hemen hemen hiç bir şey aynı değil. Yaşadığım yer, yakın arkadaşlarım, sevdiğim adam, 24 saatimi dolduran ne varsa değişmiş ama günde ortalama 2 saat üstünde oturduğum koltuk aynı.  Günde ortalama iki saat, haftada 14 saat, ayda 60 saat, yılda 730 saat, ve kendisiyle ayrılmayı bir kez bile düşünmeden geçen 10 yılda 7300 saat...  Bana sorsan on yılda bende çok değiştim ama hepsi hikayeymiş. Daha koltuğunu bile değiştiremeyen birisi ne kadar değişmiş olabilir ki. Geçmişine sıkı sıkıya bağlanmak bedava Herkese akıl verip bol keseden atıp tutmanın zevki paha biçilemez

Ve kesin kararımı verdim... O koltuk atılacak.  ilk is olarak  akşam gittim koltukta uyudum! Şu bilinç altı çok ilginç bir alet. Neye kime ne kadar bağlandığımızı bazen fark bile etmiyoruz. Hep aynı masada otururken, hep aynı bardaktan su içerken, hep aynı rutini tekrarlarken rutinlerimizin hayatımızın çapaları oldukları gerçeği kaçıyor gözümüzden. Ve gerçekten birşeylerin değişmesini istiyorsan önce çapaları çıkartman gerek.

Zaten ters giden şeyler için suçlu arayan zihin hemen onca yıllık emektarı hedef tahtasına koyuverdi. Hayatımda olmasını istediğim ne kadar yenilik varsa hepsinin engelleyicisi kendisiydi. Don quichot'u çok severdim küçükken, hemen kırmızı koltuk yeldeğirmeni bende şövalye oluverdim. Hay benim hayal gücüme...

Sanıyoruzki bir karar verince herşey bir anda rayına giriverecek Karar verdim ama arıyorum tarıyorum yerine koyacak koltuk bulamıyorum, bir ay oldu her yana baktım. Koca  dünya'da bir evlenmeyi isteyeceğim adam iki almayı isteyeceğim koltuk daha üretilmemiş. Sonunda Bilge birisi sen onu at, yeri boş kalsın o zaman bulursun dedi. O da mantıklı,  yeri dolu olan birşeyin üstüne yeni birşey koyamıyorumdur belki. Bu seferde koltuğu almak isteyen kimseyi bulamadım, şaka gibi... Bedava vereceğim temizlikçi almadı, kapıcı almadı, derneğe vermek istedim araba tutup sizin getirmeniz gerek dediler... Yaklaşık iki ay oldu ve ben hala koltuğu atamıyorum. Bir türlü ayrılamayan çiftler gibi evde var olması bile sinirimi bozuyor ama gidip gidip köşeme gömülüyorum, kalkamıyorum hala. Lanet olsun içimdeki koltuk sevdasına. Meğer ne takıntılı ne manyak birisiymişim.  Apartmanda yangın çıkmışken çantasını toplayıp arkasına bile bakmadan tatile gidebilen birisi için çok şaşırtıcı. Tatil boyunca eve ne oldu merak bile etmemiştim, B planım "ev yandıysa arkadaşımda kalırımdı".

Sonunda bir cuma sabahı tam bütün sinirlerim yerinden oynamıştı ki gerçekten aynı eve dönmek istemedim. Suçlu koltuğun cezası tez kesilmeliydi. Öğle tatilinde bininci kere mobilya bakarken her nasılsa bu sefer işe yakın bir yer buldum ve adamlar aynı gün oradaki koltuğu gönderip benimkini almayı kabul ettile.r Hep derler ya birşeyin olması için istemek yetmez gerçekten istemek gerekir diye, meğer gerçekten istemek dedikleri canına tak etmesiymiş...

Sonra bir yerde şu sözü gördüm ve kendime soruyorum; "Bugün bilgelik için ne attın?" 

                                          Throw it away..... Abbey Lincoln






24 Eylül 2013 Salı

Dursam dursan dursak

Ne zamandır şöyle eften püften boş bir yazı yazmamıştım, özlemişim... Sizce bir insana en çok ne yazdırır? Aşk diyeceksiniz ama değil, öfke diyebilirisiniz ama değil.. Majör duyguların hepsi insanın eline kalemi aldırır ama istanbul trafiğinin üstüne tanımıyorum. Ilham perisi Istanbul trafigi olan bir insanin yazdıklarından ne beklenebilir orası ayrı...

Dün akşam zaten melankolik bir dolunay vardı.çok güzel görünüyor ama sanırım sevmiyorum dolunayı.Gereksiz bir hassaslık, melankolimsi bir şey, tarif edemediğim bir ruh hali oluyor dolunay'da. Yıllar geçtikçe dramatik şeylerden çok sıkılıyorum. Mesela hayatından şikayet eden insanlara tahammülüm kalmadı,acıklı şarkı,film hiç sevmiyorum. Tamam hayat hep kakara kikiri geçmiyor, hepimizin payına yeterince acı düşüyor.Zaten payımıza düşeni yaşamışken üzerine niye birde kalan güzel vaktimizi hüzünlenerek geçirelim ki... Içli köfte'ye bile gıcığım.

Sanırım hayatımda yaptığım en faydalı tatil Sri Lanka oldu. Gezinin son kısmında Ayurveda oteline gittim ve 5 gün masajlar, ilaclar... Gerçekten omuzlarındaki kulunçları açarken hayatında biriktirdiğin yükleri falan atıyorlar üstünden, hafifliyorsun şöyle bir güzel..Kafa masajı yaparken düşüncelerinin yönünü değiştiriyorlar da hep aynı kalıplarla bakarken yeni gözlerle bakmaya başlıyorsun dünyaya. Kendimi öyle bir hafiflemiş hissediyorum ki, şu hayatta kırgın olduğum herşeyle kendimce bir barış imzaladım, halinden memnun olmanın üst notalarındayım, geçen gün yanımdan geçen çöpçü amcayla günaydınlaşacak kadar uyanık başlıyorum güne mesela. Nasıl bir "hayatta birşey yapmadan durma" haline girdiysem artık... Yormuşum kendimi bunca zaman durmak ne güzelmiş, kaygısız, tasasız... Kendimi eski ben sanarak bayramda yorucu bir gezi planı yaptım ama şu kadarcık gidesim yok...Planı yaparkense hala en yorucu rotayla, en az zamanda, en çok yeri nasıl görebilirimin derdine düşüyorum. Alışkanlıklar kolay değişmiyor

Hani bazen herşeyi cok ciddiye alıyoruz ya, şuan harıl harıl çalışan insanların 80% inin finalde emekli olup bir kahvede laklak yapacağını düşünürsek çok anlamsız gelmiyormu? Tabiki ben kalan 20% den olup muhtemelen egzotik biryerlerdeki bir kahvede laklak yapacağım. Ayrıca çok geziyor olmanın bana emeklilikte çok prim yaptıracağını düşünüyorum, bu kadar muhabbete hangi kahveye gitsem bir sandalye verirler, hikaye bol...

Geleceğinizi görmek istiyorsanız şu an düşündüklerinize bakın demiş bilge birileri



8 Temmuz 2013 Pazartesi

Srilanka -3.gun // sigiriya - Dambula

Bugün dünya hakkında ne kadar az şey bildiğimi bir kez daha öğrendim. Muhakkak görülmesi gerekenler listemiz bile bize dergilerden, tur şirketlerinden, sınırlı çevremizden pompalanan bilgilerden ibaret. Sanıyoruz ki Dünya'da muhteşem birşeyler varsa bu iletişim çağında elbet bize ulaşır. İstanbul'a gelen binlerce turist'in Hattuşa'dan, Nemrut'dan, Kommagene Krallığı'ndan haberi olmaması gibi bizimde pek çok şeyden haberimiz yok. 

Sigiriya MÖ 477- 495 yılları arasında hüküm süren kral Kasyapa Tarafından yaptırılmış ama benim içim sadece 2 haftadır var. Kral Dhatusena'nın asil kandan gelmeyen oğlu Kaspaya kral olmak için babasını öldürmüş ve kraliyet hakkına sahip olan kardeşi Mogallana nın  hindistan'a kaçmasını sağlamış. Kardeşinin geri geleceğinden korktuğu içinde kraliyet merkezini doğal bir kaya blogu olan sigiriya'ya taşımış. 200Mtik kaya bloğunun üzerine sarayını inşa etmiş. Sigiriya "Aslan'ın taşı" demek. Kaya bloğu aslan şeklinde oyulmuş ve ağız kısmına'da giriş yapılmış. Bugün sadece giriş'in iki yanındaki aslan'ın pençelerini görebiliyoruz. Dik merdivenlerden tepe'ye ulaşılıyor. Tepe'de eskiden Saray'ın olduğu alanı ve havuzları görebilirsiniz. Hem kayanın yukarısındaki hem de aşşağısındaki Saraylarında havuzlar var. Saray'da 500kadar kadın olduğu söyleniyor, Kaya'dan oyulmuş tahtına oturup havuzlarında yüzen kadınları izlemeyi severmiş kendileri. Kralımızın Zevk ve Sefa için'deki hayatı 18sene sürmüş. Abisi Hindistan'dan topladığı Ordusuyla gelip yenince intihar etmiş. Bugün Saray'dan geriye kalan en önemli eserler saraydaki kadınların duvar resimleri. Şu ana kadar gördüğüm en estetik Kaya resimleri.  

Kaya resimlerinin olduğu mağaradan "ayna" duvar'ı denilen bir koridor'a çıkıyorsunuz. Koridor'un duvar'ı karşıyı yansıtacak şekilde cilalandığı için "ayna"duvarı deniliyor. Duvar'ın bir özelliği'de üstündeki duvar yazıları. Yüzyıllar önce'de insanlar gittikleri yerlerde duvar'a yazı yazıyorlarmış. Eski sri Lanka'ca duvar yazıları var. Bu da sigiriya'nın eskiden de bir ziyaret merkezi olduğunu gösteriyor. 

Sigiriya terk edilince kaya bloklarının altındaki mağaralar Budist rahipler tarafından kullanılmış, mağaralardaki kadın resimleri ise ibadetlerini engellediği için kapatılmış, sonrasında ise tamamen terk edilmiş. Bugün binaların hiçbirisi yok ama inanılmaz büyüklükteki granit kayaların üzerine örülmüş tuğlaların bir kısmını görebiliyorsunuz. Doğal granit kayaların arasındaki merdivenler ise gece karanlıkta görülebilmesi ve fazla ısınmadığı için beyaz mermerden yapılmışö 1202 basamakla tepeye çıkılabiliyorsunuzç Eğer size eşlik eden yerel bir rehberiniz yoksa ziyarete gelen yüzlerce insan arasından tepeye çıkmak saatlerinizi alabilir

Sri lanka'daki kadar halkın atalarından kalan yerleri, tapınakları ziyaret ettiğini hiç görmedim. Anarapura, dambula Sigiriya'da hep inanılmaz bir insan kalabalığı vardı. Dolunay zamanı bütün ülke tapınaklara gitmek için yollara düşmüş gibi. Keşke bizde ülkemizden geçen onca medeniyetten kalanlara sahip çıkabilsek
 
 













 DAMBULA


Sigiriya'dan sonra  zaman kısıtlı olduğu ve ben herşeyi birden görmek istediğim için Dambula'ya gitmek için yola çıktık. 2,5 saatlik bir araba yolculuğundan sonra Altın buda'nın olduğu tapınağa daha da önemlisi yukarıdaki Dambula mağaralarına ulaştım. Dambula doğal kaya içine oyulmuş en etkileyici tapınaklardan bir tanesi MÖ 3.yy'da yapılmış ve o günden bu zamana aralıksız olarak yaklaşık 22 yy'dır kullanılmış. Kaya odaların içerisinde farklı boyutlarda Buddha heykelleri yer alıyor.Tavan ve duvarlar da ise duvar resimleri var. İçerideki hafif loş ışık ve heykellerin büyüleyici etkisiyle gördüğüm en mistik tapınak. İçerisine girdiğiniz an tarif edemediğim etkileyici bir güzelliği var Buddha heykellerine bakarken en önemli ayrinti ellerin pozisyonu Daha fazla bilgi için bu linke bakabilirsiniz

http://fengshui.about.com/od/use-of-feng-shui-cures/ss/Buddha-Hand-Gestures-Placement-Buddha-Home.htm






 


23 Haziran 2013 Pazar

Sri lanka -2.gün / Anaradhapura




Sabah süper bir kahvaltıyla güne başladım, tek başına yapılacak çok şey olmadığı için diğer masaları incelemeye başladım. Arap aileler çok ilginç geliyor, 2 veya 3 çarşaflı kadın 6-7 çocuk, klan gibiler muhtemelen çocuklar için zevklidir. Bütün mahalle toplanmış geziyorsunuz gibi. Aile'yi yonetmek sirket yonetmek gibi olmalı. Muhtemelen onlar da bana bakıp tek başıma ne yaptıgımı anlayamıyorlardır.  

8:30'da Anuradhapura'ya gitmek icin yola ciktik. Anuradhapura eski baskent ve en onemli tapinaklarin bulundugu alan. Yol inanilmaz kalabalikti, meger iki gun sonra haziran dolunayi varmis ve neredeyse butun Sri Lanka tapinaklara gidiyor. Yolda giderken bedava yiyecek ve icecek dagitan Insanlar var. bir bayrak salliyorlar isteyen arabalar sola cekip yiyp iciyor. Yol boyunca ev ve is yerlerine budist bayragi asmislar. Yolda bolca misyoner okulu ve kilise gorduysemde halkin 75%'i hala budist. MC Donalds'in her gittigi ulkede o ulkenin lezzetine kendini uydurmasi gibi (Bkz. Turk kofteli hamburger) isa ve meryem'de daha sempatik renklere burunmusler Sri Lanka'da, kose baslarinda ufak heykeller seklinde yerlerini almislar. Bir kosede Buda heykeli, digerinde  isa, Insanlar gelip gecerken diz cokup dua ediyorlar. 
Yolda gordugumuz bir Hindu tapınagında durduk. Budist tapınakları çan'ı andıran stupa'lar seklindeyken Hindu tapınakları rengarenk heykellerle süslenmiş ve kat kat oluyor Ayrıca hint mitolojiside birsuru hikayesiyle daha eglenceli. "Ramayana" hint mitolojisi icin iyi bir kaynak. Budizm ise Buddha'nın ogretisine dayanıyor ve karma'yı temizleyip tekamule ulasabilmek icin yol gosteriyor.

Anuradhapura'da ilk gordugumuz dunyanin en eski agaci Maha Bodhi, gelenler agacin yere yakın dallarına  çaput baglayarak dilek diliyorlar. Ben daha buyuk govdeli bir agaç bekliyordum ama ince uzun narin bir agaç onca yaşına ragmen. Bodhi agacı buddha'nın altında meditasyon yaptıgı ve nirvana'ya ulastıgı agaç oldugu için butun tapınakların yanına dikiliyormuş. Sri Lanka'ya budizmi getiren kişi de yanında getirmiş agacı. Yanındaki tapınakta cizimlerle de anlatılmış
 Daha once gezdiğim yrlerde gördüğüm her "uzanan Buddha" heykelini uyuyor sanıyordum  meger gozleri kapalıysa ve ayak baş parmakları eşitse uyuyormus ama gozleri hafif aralık ve ayak başparmakları uzunlu kısalı duruyorsa Buddha'nın Nirvana'ya ulaşmış haliymiş. Bu arada butun tapınaklara yalınayak giriliyor. Giriş ucretlerinin pahalı olduğunu okumuştum gelmeden ama rehberim bilet almak yerine ona para verirsem daha ucuz olacağını soyledi 2000rupi giris +500rupi bahşiş'e yani 15eu'ya gezdim butun tapınakları. Tek başına duran stupa'lar haricinde kaya içine oyulmuş bir tapınak, ilk ayurveda merkezi, rahiplerin yıkandıgı havuzu ve ay taşını gordum. Ay taşı sembolik anlamı nedeniyle Ilgi çekiciydi. Tapınakların merdivenlerinin başına yarşm ay şeklinde yapılan bir Taş oymanın adı "Ay taşı". En dıştaki halka da 4 hayvan var; fil, aslan, at ve boga. Hayatın evrelerini ve ardarda olmalari nedeniyle reenkarnasyonu sembolize ediyorlar. Fil; dogum ve buyume, aslan; genclik ve enerji, At; orta yas ve guc, Boga; Yaşlılık ve dayanıklılık. Içindeki halkada dunyasal istekleri simgeleyen cicekler var, budizm'de "liyavel" olarak geciyor. Sonraki halka'da kuğular var. Oğrendim ki kuğular cok akıllılarmış. Bir kabın yarısına su ve süt koyarsanız kuğu süt işmek isteyince sadece sütü içip suyu bardakta bırakabiliyormuş. Bizimde hayatta aynı şekilde karşılastıgımız olaylarda iyi şeyleri alıp gerisini bardak'ta bırakmamız gerekiyor. En içteki halkada da yarım lotus çiçegi var. Lotus, tohumları çamurun içinden çıkıp suyun ustunde açtığı için saflığı simgeliyor. Ogrendiğim yeni şeyler haricinde cok etkileyici tapınaklar deçiller. Polonnaruwa'yı programa eklememişim ama resimlerinden gördüğüm kadarıyla daha ilginc olabilir.
 Kac saatte gezdim tam hatırlamıyorum, ama araba kiralamadan gelmeyi düşünmeyin çünkü tapınaklar birbirlerinden uzaklar. 
Aksam sirigya'da kalacagımız için gene uzunca bir yol teptik, yolda şöförüm beni mücevher mağazasına götürdü. Sri Lanka'da renk renk safir bulunuyor. Safir almaya niyetim yoktu ama tuvaletin temiz olacağını düşünerek seve seve mağazayı gezdim. 
Akşam Chaaya village diye bir otelde kalıyoruz. Güzel bir otel, tavsiye ederim, suan bu yazıyı havuz kenarında sezlonga uzanmış orkestra'dan Beatles dinleyerek yazıyorum. Uzun etek, hasır şapka ve eldivenlerim olsa sömürge ülkelerinde dolaşan İngiliz hanımefendilerine benzeyeceğim. Sırt çantalı tatillerimi düşünüyorum da... Nereden nereye...

21 Haziran 2013 Cuma

Tek basina Sri Lanka - 1.gun

Tek başına Sri Lanka'ya gideceksin deseler hayatta İnanmazdım... Tek başına bırak tatil yapmayı bakkala bile gitmem elimden gelse. Beraber yapmak varken... 


Ucuz uçak bileti sevdam yüzünden hiç aklımda yokken arkadaşımla sri Lanka'ya bilet aldık. 1010 lira gidiş dönüş. Bu arada uçak bileti alırken THY'nin internet sitesi yerine ekobilet veya benzeri siteleri tercih edin, THY işlem ücreti gibi saçma bir para ekliyor bilete.
Arkadaşım aniden rahatsızlanınca işte ben tek başıma Sri Lanka yollarındayım. Aslında iptal etsem daha iyiydi ama vazgeçmek denen olgu bende yerleşmemiş.  Birde acentacı çocuk rezervasyonları yaptım iptal ederseniz büyük sorun yaşarım dedi orda bitti.
Dün akşam yola çıkarken o kadar stresli ve mutsuzdum ki... Kesin uçak düşecek neden gidiyorum ki kıvamına gelmiştim. Zaten son iki haftada olanlardan, ortalığı inadına geren siyasetçilerden, yediğim gazlardan, ölen yaralanan güzel insanların üzüntüsünden, üstüe arkadaşımın hastalanmasından bitap düşmüş ruhum... yas varmış ve ben tatile gidiyormuşum gibi bir suçluluk hissi. Mideme ağrılar gire gire geldim havalimanına. 
Şu an sabah oldu ben uçaktayım, dün akşamki sıkıntılarım kmlerce uzakta kalmış gibi yanımdaki Alman kadınla sohbet ediyoruz. Uçak Male'de aktarma yapacak, birazdan maldivlerin üstünden geçeceğim sabah uyanmak için daha güzel bir manzara olamaz herhalde. Makdivleri göreyim devam ederim
Tek kelimeyle harika... Maldivleri sadece yukarıdan gördüm ama gerçekten doğa harikası. Koyu renk Deniz'in üzerine Serpilmiş turkuaz noktalar, beyaz şerit halinde kumsallar. Hep resimlerini gördüğümüz su içindeki bungalowları'da gördüm, yukarıdan ama olsun. Tavsiyem uçakta 20'li numaraları almayın kanat'a denk geldim. Male'de aktarma yaparken uçaktan indirmediler, en azindan salonda falan bekletirler sanmistim. 1 saat kek gibi ucagin içinde  bekliyoruz. Bunlari da beklerken yaziyorum. Havalimanina inis super! Bir sure beyaz kumsal'a iniyormussun gibi oluyor, zaten havalimanida bir ada. Ucakta kolombo'ya giden az kisi kaldik soyle muhabbet edilecek birileri varmı diye baktım... Yok valla yazayım ben. Zaten Turk çiftler bir ilginç oluyor, cok içe kapalılar sohbet etsen kız atarlanabilir. Keşke italyan bir çift olsaydı...
Havalimanına indim, şoforle buluştum , otel'e geldik. Negombo'da jetwing sea'de kalıyorum. Jetwing Sri Lanka'nın en bilinen otel zinciri. Oda gerçekten çok guzel. Yere kadar cam pencereler, kassan 4 kisi sığacak ölçüde bir yatak, kuvetin önü cam. Onun dışında plaj Guzel degil. Zaten Sri Lanka resimlerinde oyle harika bir plaj goremedim. Kumun rengi beyaz yerine sari ama pudra yumusaklıgında, deniz dalgalı. Odaya yerlestikten sonra soforle negombo'yu dolaştık. Endonezya'ya benzettim. Tek katlı karmaşık binalar ve yeşil. İndim arabadan tek başıma yürüdüm sokakta, insanların içine karışınca iyi hissediyorum. Onun dışında yapacak birşey olmaması iyi bir bakıma yoldan geldim yorgunum. Yarın gezinin en uzun yolu var önümde...

8 Haziran 2013 Cumartesi

#Direngezi

Geçen bir hafta'ya bakıyorum da ben bile aynı insan değilken ülkenin değişmediğini düşünemem. Bir anda öyle güzel ve beklenmedik birşey olduki bir anda hayata bakışımız, kendimizi tanımlayışımız değişti. Ne bileyim herşey yerli yerine oturdu sanki, puzzle'ın tüm parçaları tamamlandı.

Cuma günü sıradan bir gündü sabah başladığında, gezi parkında protestocular bir süredir oradaydılar ve ben artık ilgilenmiyordum. Son yıllarda o kadar çok istemediğim şey olmuştu ve cılız sesim hiç bir şeye yetmemişti ki.... Artık ilgilenmiyordum..

Gün içinde ekranıma, mailime vicdanımın kaldıramadığı görüntüler düştü, sonra yanımda çalışan arkadaşım bir arkadaşıyla konuştu; kız taksim metrosundaydı şans eseri ve metro'ya gaz bombası atılmıştı, anneler çocuklarının üstüne kapaklandı dedi, mahşer yeri gibiydi dedi... Bir anda iş çıkışı gezi'ye gitmekten bahsetmeye başladık, metro en fazla osmanbey'e kadar gidiyordu, bizde öyle yaptık. Oraya gidince ne yapacağımızı bilmeden, ne olacağını bilmeden sadece o insanların yanında olabilmek isteğiyle... Ne yapacağımız hakkında en ufak bir fikrimiz yoktu... Metrodan çıkınca insanların Taksim yönüne doğru yürüdüğünü gördüm, içim o zaman rahatladı, yalnız değilmişiz dedim, biraz daha yürüyünce kalabalık arttı, tüylerim diken diken oldu.. Hepsi benim gibi ne yapacağını bilmez gözlerle bakan, aynı şeyleri hisseden bir sürü insan. Muhtemelen ortak bildiğimiz şarkılar mini mini bir kuş, birde dağ başını duman almıştır. Bizde dağ başını duman almışı söylüyorduk ve gaz sıkılmaya başladı. Birileri koşmayın sakin olun diyordu, gözlerim kapandığı için zaten koşamazdım. Ben göremiyorum göremiyorum derken yanımdaki arkadaşım elimi tutmasa ve bir kız çantasından talcid'li su vermese muhtemelen orada düşer kalırdım. İnternet geyiği sanmıştık ama talcid'li su hayat kurtarıyormuş.

İlk şoku atlatınca hayata dair bütün korkuların, kaygıların, öteki hissetmen, yalnızlığın, umutsuzluğun geçiyormuş. Oradaki insanları onca gaza rağmen tekrar tekrar birleştiren de budur. Dedim ya son bir haftadır ben çok değiştim, Ulus kelimesi'nin benim için bir anlamı var artık, o gün yanımda, sağımda, solumda olan insanlar, gezi'de pilav arabasını kapatıp bedava dağıtan insanlar, yasak ne ayol diyenler, yanan arabadan kütüphane yaratanlar, günlerce gülmeme yetecek kadar espri çıkaranlar, bir konuşmasıyla cehaletimi açığa çıkaran Redhack, Çarşı'dakiler... Hepinizi seviyorum, öyle bir sevgi böcüğü oldum...

Değişmemin ikinci nedeni'de inat'ın ne kadar kötü birşey olduğunu bana gösteren devlet büyüklerimizdir. Ben ki nuh der peygamber demez soyundan gelenlerdenim artık tövbe ettim inat etmiyeceğim. Ne olursa olsun önce dinleyeceğim.

Gezi'nin altında bit yeniği arayanlara gelirsek, neden şimdi sorusunun cevabı bence "alışkanlıkların gücü" kitabının 3. bölümünde. Toplumsal olaylarda alışkanlık kalıplarının kırılmasına ayrılmış bu bölüm. Bence Gezi parkı2nın toplumsal harekete dönüşmesiyle arasında benzer motivasyonlar var. 1 Aralık 1955’te ABD’nin Montgomery şehrindeki bir otobüste, siyahî bir kadının beyaz bir yolcuya yer vermeyi reddetmesiyle başlıyor. Rosa Parks’ın bu anlık itirazı Montgomery Otobüs Boykotu'nu başlatıyor ve Amerikan Yurttaşlık Hakları Mücadelesi’ni şahlandıran eylem olarak tarihe geçiyor. Daha önce başka siyahlarda yer vermeyi red ettikleri halde, Rosa Parks fitili ateşliyor. Tıpkı Gezi'den önce itirazlar olduğu halde gezi'nin fitili ateşlemesi gibi.

Kitaptan alıntı: “Bir hareket, birbirine yakın insanlar arasındaki arkadaşlık alışkanlığı ve kuvvetli bağlar sayesinde başlar. Toplumsal alışkanlıklar ve mahallelerle klanları birarada tutan zayıf bağlar sayesinde büyür. Ve hareketin liderleri, katılımcılara taze bir kimlik duygusu ile sahiplik hissi veren yeni alışkanlıklar kazandırdıkları için de ayakta kalır.”

 “Onlarca, yüzlerce insanın hiç düşünmeden her gün otomatik olarak tekrarladığı toplumsal davranışlarda, ilk anda farketmesi zor olan ama aslında dünyayı değiştirmeye muktedir bir güç gizlidir.”

Bütün alışkanlıklar isaret - rutin - ödül ekseninde ilerler. Yasemin Congar'ın özetinden alıntı: Diyelim ki “emir-itaat-huzur” diye ilerleyen teslimiyetçi bir alışkanlık halkası yerini, “emir-isyan-onur” diye kurulacak direnişçi bir halkaya bıraktığında değişimin çarkı da dönmektedir.

İşte bence Gezi parkı'da budur... Peki bundan sonra ne mi olacak? Elbette toplum mühendisleri çalışmaya başlayacak, kendi ülkelerinin çıkarlarına göre bizi yontmaya, yönlendirmeye çalışacaklar ama bu hareketin güzelliği öngörülemez olması. O yüzden kurguları boşverelim, Bundan sonrası sadece iyilik, güzellik... Twitter'da en sevdiğim sözlerden biri:

"Ne yani okuduğumuz onca kitap, dinlediğimiz onca şarkı boşa mı gidecek sanmıştınız?"

12 Mart 2013 Salı

Kendi Balonuna İğne'yi Batıran Çocuk

Uzun zamandır hayal kurmamıştım.. Büyüdük ya herşey bir şekilde ulaşılabilir oluyor ya da eski cazibesini yitiriyor. Hatırlıyorum da 14 yaşında ilk defa tek başıma otobüse binip başka bir şehire gitmek bile ne büyük bir macera, ne büyük bir hevesti... Sırtımda çantam otogardayken kendimi Evereste çıkmış ilk Türk falan gibi hissediyordum. Muhtemelen ilk ayakkabı bağcığımı kendim bağladığımda da böyle hissetmişimdir ama o kadar eskiyi hatırlamıyorum.

Küçükken Barış Manço'yu ne kıskanırdım.. Her televizyonu açtığımda adam başka bir ülke'de. Ben küçükken yurt dışına çıkmak bu kadar kolay da değildi. Daha sonra devriye diye bir program vardı. Oradaki kızları kıskanmaya başladım. Bir bölümde tandem yamac paraşütü yapmışlardı, Tv'de bir yayagara kopardılar, ay ne heycan ne heycan.. Bende o zamanlar yamaç paraşütü yapıyorum, ben yapsam o programı kendim uçardım, alt tarafı tandem yapıyorsunuz ne bu yaygara falan diye kendi kendime çemkirmiştim. Sırf kıskançlıktan. Şimdide Gülhan'ın galaksi rehberi diye bir şey çıkmış, zaten tv izlemiyorum ama programı izlememem beğenmeme engel değil, bence gittiği ülkeleri merak edip çalışmıyor bile. Peşinen söyleyeyim gezi programı yapan herkese baştan uyuzum. Bir tek Mirgun Cabas'la, Sarper Sesli'nin olduğu programa torpil geçeceğim, Sarper Sesli'ye saygımdan.

Geçen gün nereden estiyse bir hayal kurasım geldi, öyle evdi, arabaydı, terfiydi beni heycanlandırmıyor. Gezmek tozmak desen artık hayalden plana dönüştüler, çoluk çocuk desen doğru gen kombinasyonunu henüz oluşturamadım. Bende bir gezi programı yapsam dedim, Pınar'ın galaksi rehberi.. Bence çok kötü... Galaksi rehberi ne, dünyalara sığmam taşarım tadında bir isim. Zaten kendi ismini, program adı olarak kullanan insanlarin egosantrik olduğunu düşünüyorum. Bakınız Seda sayan'la sabah vıdı vıdısı, Arda'nın mutfağı, Pepe'nin balonları, Acun medya. Medya kelimesini sözlükten çıkartıp adını Acun koyalım der gibi. Bu arada farkettimki kendi adını kullananlar daha başarılı, mesela ben Pepe'yi çok başarılı buluyorum. Öyleyse egosantrikler bu hayatta daha başarılı.

Hazır gezi programı yapanlara gıcığım, ben daha iyisini yaparım dedim başladım düşünmeye, şöyle A+ müşteri kitlesine hitap etsin. Benim icin A+ müşteri kitlesi okuduğu kitap, izlediği film, düşünce sitemiyle tanımlanıyor. Herkesin A+'ı kendine. Sonra , gittiğim yeri tripadvisor'dan seçip, skyscanner'dan bilet alıp, arada couchsurfing'le konaklayıp, 4square'den yorumları okuyup ne yiyeceğimi seçtiğim falan bir program olsun. Tabiki bu firmaların hepsi sponsor olsun. Reklam alınmasın, ürün yerleştirme olsun, ürünler taze balık, coconut, her türlü tatlı, her türlü adrenalin içeren aktivite olabilir. Hatta yaptığım rota'yı bir sonraki hafta şanslı 10 kişiye tuzlu bir para karşılığı ve 1 adet talihliye bedava'dan gezdireyim.

Eveeeet... Bir hayalin daha sonuna geldik, katılan, sonuna kadar okuyup kendi tv programını planlamaya başlayanlara teşekkürler :) Gerçekçi olursak o tv'lerde para vermiyorlardır, üçkuruşa çalıştırıyorlardır diyerek kendi balonuna iğne'yi batıran çocuk olayım. Yoo dostum yooo... Mantıklı bir boğa insanı olarak güzelim işimi gücümü bırakıp maceralara girmem, kazanırım paramı giderim gezerim. Emekliliğim gelince Pınar Bali'den bildiriyor isimli bir program düşünüyorum o ayrı... Madem kendin yapmaya da cesaret edemeyeceksin ne diye yapanlara çemkiriyprsun derseniz, kendisi yapmayıp, yapanı da beğenmemek atalarımızdan kalan bir gelenekdir.




27 Şubat 2013 Çarşamba

Duydunuz alarmın sesini..

Alarm çalmaya başladığı zaman öyle güzel uykum geliyor ki akşamları alarm kurmaya karar verdim. Bünyemde ki "Uyanmak zorunda kalınca uyumak istemek" yönündeki direnci pozitif yönde kullanıp, akşamları alarm çalınca pavlov'un köpeği gibi şartlı refleks mışıl mışıl uykuya dalayım istiyorum. Muhtemelen işe yaramaz ama olsun hayali bile güzel. Yastığa kafanı koyuyorsun, sonra duydunuz zilin sesini uyku başlasın.

Eskiden şıp diye uyurdum, bu aralar bir şeyler oldu uykuma... Kesin nazar değdi, son dönemdeki en popüler açıklamam nazar. Bir kere her duruma uyuyor, ayrıca herkes ucundan kıyısından inanıyor. Bence nazar değdi diyince "yok hayır, sana mı? nerene nazar değecek" diyen çıkmadı hiç bugüne kadar.

Erken uyanınca da ayrı dert, bugün mesela 1saat kadar erken uyandım, o son bardak suyu içmeyecektim... Sonra rüya desem değil, kurgu desem hiç değil ama bilincim yerinde saçma sapan bir senaryo başladı zihnimde. Bir adet pırasa var, ben pırasa olmak istemiyorum diye isyan ediyor. Ama sen pırasasın pırasa olmak güzeldir diye onu ikna etmeye çalışıyoruz. Açıkcası bende pırasa olsam pırasa olmak istemem ama karşındaki insanı her türlü ikna etmeye çalışıyorsun. Insan dedim pırasaya, rüyamda konuşuyordu ondan etkilendim galiba. Sonra "sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı ?" dedi birisi, pırasa'yı ikna edemedik konu'yu değiştirelim diye düşündü sanırsam. Bunu duyunca ben bir sinirlendim, elmanın beni sevmek zorunda olup olmamasını niye tartışmamız gerekiyorki. Hem önce bir bana sorsanıza bakalım ben elma seviyormuyum gerçekten? Günde bir tane yemek gerekli diyor doktorlar yiyoruz iste arasıra, toplum baskısı yüzünden hepsi. Sonra'da kurtlu elma beni sevmelimiymiş sevmemelimiymiş. Sonra havalara girecek o da ben elma olmak istemiyorum diye tutturacak

Bir anda tartışma ortamından filmin final sahnesine geldik, çok acıklıydı. Final'de bir adet eski tiren, haydarpaşa garındayız ve herşey siyah beyaz. Anladığınız üzere bir veda sahnesi. Ben hüzünlü gözlerle yastığıma sarılıyorum, sonra onu tirene bindirip uğurluyorum. Içim burkuldu.. O güzelim yastıktan kafanı kaldır, koskoca kafanın bütün ağırlığnı incecik bir boyuna yükle.. Acımasız dünya... Fonda Nurhan Damcioglu'ndan... Ah felek zalim felek..







18 Şubat 2013 Pazartesi

O kedi bu masaya gelecek!!!!

Tam Türklere özgü anlık özgüven patlaması. Gelecekte ne olacak? Hele bir gelsin, bakarız... Kedi höt dese kedi'ye "Sen iki tırmık at da stresin gitsin diye çağırmıştım" der. Aslında özgüven iyidir, tabi aynı güvenle devam edebiliyorsan. Biz genelde millet olarak bir anda cellallenip sonra ne demiştik, neye kızmıştık, neye gülüyorduk hatırlamıyoruz. O yüzden bayramlar önemli bizde. neye küstüğümüzü hatırlamaya gerek kalmadan barışabiliyoruz.Şimdi o kedi masaya gelse ne yapacaksın? Bir kediyi ya seversin ya tırmık yersin. Hatta sevsende arada tırmıklıyorlar galiba. Bir arkadaşımın kedisi vardı, kızın kolunda zoro'nun Z sini gördüm resmen. Kedi çiftyönlü tıraşbıçağı gibi çalışmış, ona sorsan lokum aşşağı, lokum yukarı, sevgi yumağı. Tabi kedi neye sinirlendide tırmıkladı  kediye de bir sormak lazım. Bence kedi kesin haklıdır. Bir keresinde arkadaşımın köpeğin ayağına basmıştım yanlışlıkla, sadece incecik bir ses çıktı, ne bir havlama, ne bir ıssırma... Öyle mahzun mahzun bakmıştı. Kedi olsaydı affetmezdi. Öyle yanlış yapmaya gelmiyor bunlara. Gözünü karartmadıysan bulaşmamalı.

Aslında sorun ne istedigini bilememek her zamanki gibi... Eskiden ne istediğini bilme konusuna takılmıştım. 5 yıllık kalkınma planı gibi uzun vadeli planlar yapardım. 1 sene onceden uçak biletleri alır, kimseyi ihmal etmemek icin zamanımı bölerdim. Ama bazen istediğin şeyler gercekleştiği zaman beklediğin kadar mutlu olamıyorsun. O zaman "ne istediğini bilmek gerek" savımdan da vazgeçiyorum. Hayatım kendimi yalanlamakla geçecek sanırım. Kafanda kurduğun hayatdan vaz geçmeli, biraz insan kendini dinleyebilmeli, en onemliside kendi hislerine dürüst olabilmeli. Herşey gibi bu da teori'de süper. Zaten ben teorisyenim. Pratikte neye inanıyorsam inadıma tam tersini yapıyorum. Şaşı bak şaşır.

 Benimde kedim var, adı "pati" miyavlıyor, pati'sini yalıyor ki bence bir kedinin en sevimli numaralarından birisi bu. Tırmalamıyorda.. Pilini takıyorsun miyav miyav... Alerjim oldugu icin eve gerçeğini alamıyorum, Pati hediye gelmişti. Eskişeyleri pek tutmam, bir tek Pati'yi atamadım. Bazen kediler çok şirin oluyorlar benim bile şöyle bir iki mıncıklayasım geliyor da, tırmık beni bozar, canım tatlı benim, üzmem tatlı canımı...
                            pati....

9 Şubat 2013 Cumartesi

Uçak nasıl kaçırılır?

Herkesin bir uzmanlık alanı vardır, benim olayımda basit işleri Arap saçına döndürmek. Mesela bugün basit bir hedefim vardı kalkıp, valizimi alıp, taksiye binip havalimanına gelmek. Ama benim gibi bir profesyonel için bu iş çok basit. Napıyoruz olayı hemen renklendiriyoruz. Mesela uçağı kaçırsak ne kadar da hareketli bir sabah geçiririz değil mi? Ne o, havalimanına gel, hemen bin git çok banal. Banal lafını da yıllardır duymamıştım, yeni nesillere aktarılmasına vesile oldum. Karma bak iyi bişi yaptım sanki ;)

Şu sevgililer günü arifesinde gündem "50 ways to kiss your lover" olmalıyken ben yazmayı planladığım"50 ways to miss an Airplane" adlı kitabın 2.bölümünü yaşıyorum. Ama çok yaratıcıyım, mesela alarmı kurup, 2 kere kontrol edip sabah çalmamasını sağlayabiliyorum. Nasılmı? Önce telefonun alarmında sadece haftaiçleri şıkkını işaretlersiniz işe gitmek için, evet çok mantıklı. Sonra haftasonuna bir uçak bileti alırsınız, sonra uçak için alarmı kurarsınız. Buradaki anahtar alarmı iş alarmınızı değiştirmek suretiyle yani hafta içine ayarlamış olmanız ama biletinizin haftasonu olması. Ve bingo! Uçağı kaçırdınız.

Ama öyle uçak saatinden sonra uyanayım kesin kaçırmış olayım paşa paşa yeni bilet alırım demeyeceksiniz. Biyolojik saatiniz sizi tam yetişmek ve kaçırmak arasında bir saatte uyandıracak ki bir ter atın. Önce apartopar taksi durağı aranır ve tabiki taksi olmaz. Bu evrenin kasma kabullen bugün herşey ters gidecek deme şeklidir ama bir kere ter atacaksın ya hala bir umut, bir belki... Binbir telaş bir şekilde uçağın kalkmasına 20 dakika kala kontuara yetiştiniz, yapsa yapsa business yapar diyip business kontuarındaki görevliye sokağa bırakılmış kedi misali miyav miyav alın beni serenadı. Tabiki olmaz dedi kadın, keşke bir erkek olsaydı gerçekten erkekler daha insaflı. Bir VİP olamadım ki... Üstüne üstlük şirketin aldığı bilet en ucuz promosyon bileti çıktı. Gidişi kaçırımca dönüşte iptal oluyormuş. Kendime bilet alsam yakalayamayacagım promosyonu, şirket alınca yakalıyorum! Zaten benim bilet diğerlerinin yarı fiyatına olunca şüphelenmeliydim. İnsan artan parayla bi seyahat sigortası yapar en azından. Hatta senelik toplu yapar, o kadar bilet alıyoruz acentadan ama nafile. Zorda kalırsam güvenebileceğim tek silah cazgırlık. Allah'tan az buçuk tiyatro geçmişim var dönüş biletim yanarsa artık bir Parodi, bir trajedi yapıcaz ortaya bişiler. Param yok beni sınır dışı edin diye polislere arıza bile çıkarabilirim. Umarım bu hikaye bir Fransız hapishanesinde son bulmaz.

Gidişi kullanmadığım için dönüş biletimin iptal olduğunu farketmeme ihtimalleri varmış  ama bilet sistemden de düşebilirmiş. Bende anlamadım, çatşamba kopacak dananın kuyruğu. 500lira verip yeni gidiş aldım ama dönebilirmiyim bilmiyorum.

Sabah sabah 500lira Harcayınca insana bi rahatlık geliyor, lounge'da bi bardak soğuk suyum, kahvem... Ohhhh misss.... Şirkete söyleyeceğim ama promosyon bilet alan firmanın kaçan uçağa bir güzellik yapmasını beklemek saçma ama olsun, boşuna dememişler umut fakirin ekmeğidir. Belki de söylemem... Neyse dönebileyim de... Keşke THY'nin CEO'sunun dahilisini bilsem, Fransa'dan arar yurda dönmemiyorum diye ağlardım. Bir kere Turkcell'in CEO'suna mail atmıştım hemen halletmişti işimi. Ne varsa CEO lardan var, gudubet kontuar memurelerinin eline kalınca böyle oluyor.

Son haftalarda zaten üstümde bir terslik, herşey iyi giderken U dönüşü yaptım herşey birdenbire kötü gitmeye başladı. Elimdeki en bilimsel açıklama "bana nazar değdi", geçenlerde karşılaştığım mavi gözlü bu sana gelsin. Çok mutlu gözüküyorsun, neden mutlusun, baya mutlusun diye diye nazar değdirdin, nazarın etki alanı kaç km acaba? Gidicem, dönücem geçecek hepsi :)

Anafikir: 50liraya annane çalar saati vardı almamıştım. Dönünce alacağım 500+ 50 liraya. Haftaiçi haftasonu yok, kuruyorsun çalıyor

4 Şubat 2013 Pazartesi

Uyanıkmışcasına...

Bazı günler uyanamıyor insan.. Görünüşte uyanmış, hazırlanmış, işe gelmiş hatta çalışıyor bile olabilirim ama içimde uyuyan bir bölüm var. Maillerime bakıyorum hatta cevap bile yazıyorum ama gözlerimde bir perde var. Sisli sisli, puslu puslu bakıyorum, gözlerim açık ama içim uyuyor. Hatta içim sıcak ülkelerde, dar sokaklarda gezintiye çıkmış suretim burada kalmış.

Sanırım beni nergis kokusu çarptı.. Bizim plaza önünde simitçinin yanında çiçekçi duruyor. Sabah simit alırken burnuma bir nergis kokusu geldi. O zamandan beri içim çiçekli kırlarda dolaşıyor ben geldim çalışıyorum. Acaba nergis mevsimimi? Google'a yazsam hemen öğreniveririm. Sonra buraya "tamda nergis mevsimi" gibi bilgiç bilgiç cümleler yazarım ama bosverrrrrr. Bi boşveresim geldi. Bir şeyi'de bilmeyeyim. Şimdi birşey yazdım ya.. Acaba birleşikmi yazılıyordu ayrı mı? Kesin google biliyordur, türkçemde iyiydi ama.. Şu iç sesime bi bağırıcam susacak salak şey. Bıdı bıdı içten içe konuşup duruyor, hepte eleştirir. Bi kerede teşekkür et... Türkçe'yi katlediyorsun ama en azından ifade tarzın iyi de, aferim de.. Yok hep eksik bulacak. Bi denmez bir denir,  yapıcam yazılmaz yapacağım yazılır, "dahi" anlamında ki de ayrı yazılır.. Biliyorum ama bazen "dahi" anlamı var mı yok mu karar veremiyorum. Neyse Bugun seni cekemicem.. Bugun git yarın gel...

Biraz daha kendimi gaza getirirsem alıcam çantamı çıkıcam. Ne keskin nergis kokusuymuş... Çiğdem yaylası diye biryere trekking'e gitmiştim. Sisli bir hava vardı, mor çiçekler vardı, güneş vardı... Ne güzeldi... Güneş ve hafif bir esinti en sevdiğim kombinasyon. Ayder'e çıkasım, dere tepe düz gidesim var. Masal kahramanı olsaydım kesin elinde baston kaf dağını aşmaya çalışan çarıklı olurdum. Zaten külkedisi olsan ne olacak? Adam yüzünü bile hatırlamıyor, ayağın şişse bitti aşk.

cigdem yaylasi



21 Ocak 2013 Pazartesi

Paranoya...


Ocak ayı olmuş hava dalga geçer gibi güzel.. Ama bir türlü inanıp güvenemiyorum ki sana.. Hani güneşli gibi gözüküp tam ben dışarı çıktığım an birdenbire yağmur bastırırsa… Sanki havanin bana garezi var.. Hmmmm.. Belki de vardır? Neden olmasın..

Sanırım büyük şehirde yaşamak insanı paranoyak yapıyor. Cadde bomboş olsa, üstüne yeşil ışık yansa genede karşıya koştura koştura geçerim muhtemelen. Bana verilmiş olan 2dakikayi tam kullanıp sallana sallana karşıdan karşıya gecmişliğim bile yok şu hayatta. Ya bir anda manyağın birinin hız yapası tutarsa? Bütün arabalar durmuş gibi gelebilir hatta durmus bile olabilirler ama gene aynı manyak çıkıp arkadan vurup zincirleme kaza fln.. Neden olmasın?

Nitekim caddede sakin sakin yürürken sarhoşun teki yanımdan hızla geçip ağaca toslamıştı, kaldırıma çıkıp beni puan toplama hesabına önüne katmadığına şükrettim.

Fonda devamlı bir paranoya müzigi, dım dım dım dım dım… Hepimiz Leman’daki kıllanan adama benzemeye basladık. Mesela bugün bir mozaik pasta yedim. Onu bile afiyetle yiyemedim. İçimde bilinçli tüketici pişmanlığı.. Aldığım kalorilere mi yanayım, günlerce bozulmayan mozaiklerin içine kimbilir ne kadar koruyucuydu kimyasaldi koydular ona mı yanayım, besleyici hiçbir özelliği yokmuş ona mı üzüleyim.. Madem sırf yağ ve şeker yedim, neden bu kadar güzel ki?  Kesin içine seratonin salgılatan kimyasallar koymuşlardır!!! Pis tırtıl hain tırtıl!!

Sanki hergün matrix’de yaşıyorum renk renk hap atıp, kendimi mutluyum sanıyorum.. Hayır madem bi nevi matrixdeyim Where is Neo?