15 Aralık 2012 Cumartesi

Kuzey Işıkları.. Aurora borealis


Daha önce kuzey ışıklarıyla tanıştınızmı bilmiyorum, eğer ilk defa duyuyorsanız sizi kuzey ışıklarıyla tanıştırdığım için şimdiden mutlu oldum :)


 Bir kış akşam'ı dışarıda üşürken bir anda gökyüzünde yeşilli morlu ışıklar belirdiğini ve bu ışıkların tepenizde spiraller çizip, çizgiler halinde uzayıp, büyüyüp, küçülüp  bir görünüp bir kaybolduğunu hayal edin... İşte onlar kuzey ışıkları... Kuzey ışıklarını Kuzey kutup dairesi (arctic circle)'da kalan herhangi bir ülkeden yani isveç, norveç, kanada. rusya, alaska, grönland'ın kuzey enlemlerinden görebilirsiniz.
Bilimsel olarak güneşteki patlamalardan yayılan enerji'nin dünya'nın manyetik alanının zayıf olduğu kutuplarda atmosfere girdiği ve atmosferdeki hidrojen, nitrojen atomlarının bu fazla enerji'yle parladığı/ ışık saçtığı söyleniyor. Enerji, hidrojen atomlarıyla birleşirse yeşil, nitrojen atomlarıyla birleşirse mor renkteki ışıklar meydana geliyor. Yeşil olan daha yaygın, mor ışıklar atmosferin daha üst katmanlarında oluştuğu için görmek çok zor. Güneşte çok şiddetli patlamalar olduğu zamanlar "arctic circle" halkası büyüyor ve daha güneydeki ülkelerden'de görülebiliyor. Hatta güneşte çok şiddetli patlamaların olduğu bir sene Meksika'dan bile görülebilmiş. Bunun için ışık kirliliğinin olmaması gerekiyor, yani büyük şehirlerde doğa'nın bize sunduğu hiçbir güzelliği görme imkanımız yok. Bırakın kuzey ışıklarını insan yıldızlı geceleri bile özlüyor.

Önce Stockholm'e oradan aktarmayla Kiruna'ya gittik. Uçaktan iner inmez taksi çağrılan telefonu bulup taksi çağırmanızı tavsiye ederim çünkü havaalanından taksi tek bir telefonla çağrılabiliyor. Uçaktan inen herkesin bu tek telefonu kullandığını düşünürseniz otel'e gidecek araç bulmanız saatler sürebilir. Neyseki bizden önce taksi çağırmış turistlere eklenerek "Camp Ripan"a ulaşabildik. Uludağ tarzı sıcacık bir otel beklerken karın ortasında tek başına bungalowlar karşıladı bizi. Lokanta ve resepsiyon bir tarafta oda başka bir tarafta. Soğukta yürürüm sorun değil derseniz tavsiye ederim.

Aslında kar'ı seven, dağcılık yapmış bir insan olarak kuzey'i bu kadar sevmeyeceğimi düşünmezdim. Anladım ki bizim dağlarımız kar, kış olsa bile güneşli ve güneş'i görmeden 1 gün geçirmek bile çok zor. Kuzey ışıkları dışında görülecek pek birşey olmayan, sabah 10:00'da aydınlanan ve öğleden sonra 14:00'de tekrar kararan bir hava'ya tekrar gitmek istemem.  Sadece 3 gün kaldık ve 1 gün daha fazla kalsaydım bunalıma girebilirdim. Kar'ın beyaz renkte olmasının ne kadar dengeleyici ve mucizevi birşey olduğunu orada anladım.O kadar karanlık bir hava'da beyaz kar insanın içine birazcık da olsa ferahlık ve huzur veriyor. O kadar karanlık'ta yeşil agaçlar bile insani ferahlatamaz, sadece beyaz kar biraz huzur verebilir.
Kuzey ışıklarını görebilmek için ışık kirliliğinin olmaması ve havanın açık olması gerekiyor. Çok bulutlu ve kapalı havalarda ışıklar oluşsada siz göremiyorsunuz. Bunun için en uygun bölge "Abisko". Etrafı dağlarla çevrili olduğu için Kiruna'da hava kapalıyken bile Abisko da açık olabiliyor. Burada bir de gözlemevi kurulmuş " abisko skystation".

Gözlemevi'ne gitmek için yola çıktığımızda hava çok kötüydü, fırtına vardı ve rehber görme ihtimalimizin az olduğunu söyledi. Tekrar gelmek düşüncesinden hoşlanmadığım için yok ben şanslıyımdır, buraya kadar geldiysem muhakkak görürüm tarzı motivasyon cümleleriyle kendimi avutmaya çalıştım. Neyseki biz oraya vardığımızda hava açıktı, hatta teleferiğe doğru ilerlerken kuzey ışıkları hafiften belirmeye baslamıştı. Yukarı çıkmadan önce bize kar tulumu, bot ve eldiven verdiler. Uzaya çıkan astronotlara benzediğimiz halde yukarı çıkarken nasıl üşüyebildik anlamıyorum.

Hayatımdaki en güzel tecrübelerden bir tanesi gözlemevi'ne çıkan teleferik. Zifiri karanlığın ortasında önünde bağlı olduğun kablo'yu bile seçemezken gökyüzünde yeşil parıldayan bir takım ışıklar görmek gerçekten muhteşem. Hiç bir yer'in tam ortasında ve aynı zamanda dünya'nın merkezindesin. Sanki havada asılı duruyorsun. Ne bir ev, ne bir insan, ne bir ses. Sadece havada ansızın beliren bir takım ışıklar ve karanlık.

İstasyon'a ulastığımızda hava tekrar bozmaya başladı. Bizde içeri girip hem ısındık hem de kuzey ışıkları hakkında rehber tarafından bilgilendirildik. Gözlemevi'nin içi ışıklı olduğu için dışarı çıkıp kar'ın üzerine yatarak izlemen gerekiyor. Abisko'daki 2.saatimizde ışıklar tekrar belirmeye başladı. Bu sefer yarım saat kadar sürecek bir şölenle karşılaştık. Gökyüzünde aniden bir ışık beliriyor, dakikalar içinde ışık büyüyor, şekil değiştiriyor, sonra arka tarafta bir ışık daha beliriyor, sonra bunlar birleşiyor, dağalıyor. Görsel olarak beni çok etkilemesinin yanında garip bir ruh haline girdim. Eskimolar kuzey ışıklarının ölen atalarının ruhları olduğuna inanırmış, bende babamı yanımda hissettim, birara dünya'nın bu kadar değişik ve güzel bir yer olduğuna hayret ettim, birara bu kadar güzel birşeyi görebildiğim için tesekkür ettim.  Kesinlikle insanın iliklerine kadar işleyen sadece görsel değil aynı zamanda ruhsal bir deneyimdi benim için.

Abisko'dan başımız dönerek ayrıldık, istanbul'a döndüğümde hala kuzey ışıkları'nın etkisindeydim. Yaptığımız bir diğer güzel tur'da köpekli kızak turuydu. Yaşlı bir adamın kullandığı ve 12 tane köpeğin çektiği bir kızakla bembeyaz ormanların içinde, donmuş göllerin üzerinde 2 saat boyunca dolaştık. Kendimi film kahramanı gibi hissettim. Arkamızda bizi kovalayan ajanlar yoktu belki ama son surat giden bir kızak'la bembeyaz bir ülke'yi keşfetmek çok masalsı.

Çocukken okuduğum en kar'lı masal karlar kraliçesiydi, Antalya'da büyümüş ve kar'la çok geç tanışmış birisi olarak kendi masalımı yaşadığım için çok şanslıyım.






30 Kasım 2012 Cuma

Akışta kalın dedikleri meğerse yayın akışıymış

Her sene adettendir, yeni yıl gelirken kararlar alınır. Geçmiş senenin muhasebesi yapılır, artılar eksiler toplanır ama illaki bir takım kararlar alınır. Bu sene ben erken davranacağım yeni yıl gelip içimdeki muhasebeci hesap defterlerini açmadan kararlarımı alacağım. Yeni yıl akşamıda vur patlasın çal oynasın

Alakasız ama şu an dinlediğim radyo kanalından besame mucho'yu  şarkıcının 25 yaşında bestelediğini ögrendim.  En güzel aşk şarkılarını 25 yaşında söylemeyeceksin de ne zaman söyleyeceksin?! 35'inde hangi şarkı'yı bestelemiş onu merak ettim.. Neyseki teknoloji var tvit attım sordum programcıya. Cevap gelirse 35 inde yazdığı şarkıyı da kararlarıma ekleyebilirim.. Online blog yazısı yazıyorum

Ana kararım daha sığ bir insan olabilmek." Sığlıkla Mutluluk" isimli bir kitap çıkaracağım akabinde. Son yıllarda yok karmaydı, yok bilinç altı temizliğiydi, yok enerji seviyeni yükseltmekti, ağzı olan konuşuyor. İstesende istemesende bir ton şey duyuyorsun sonra acaba mı?! vallahi mi?! bende mi denesem?! moduna geçiyor insan. Bütün dinlediklerimin sonunda vardığım karar şudur ki yeterince sığ bir insan olabilirsen en baba yogi'nin ermişliğine ulaşmışsın sayılır.

Sonuçta hepsi "AN" da kalın "AN"a odaklanın falan diyor. Sığ insanları kessen zaten içinde bulunduğu andan çıkıp iki adım ötesini düşünemiyor. Meditasyon'da falan size "duyguların geçip gitmesine izin verin peşine takılmayın" diyorlar. Sığ insanların bir duygunun içine girmesi ve çıkması bir oluyor zaten. Eve gidip o gün ne olmuştu, ne bitmişti diye düşünmüyorlar. Duyguları derin olmadığı için olan olaylardan etkilenmiyorlar. Kendilerinden haberleri olmadığı için bunu şöyle değil böyle yapsam daha mı iyi olurdu diye bir kaygıları da yok... Hangi öğretiyi açsanız size bunu söylüyor zaten. Hatta televizyon"u "AN" da kalalım diye bir yogi nin icad ettiginden şüphelenmeye başladım. Bende yıllardır TV izlemeyerek, hatta evime bile bağlatmayarak iyi bir şey yaptığımı sanıyordum. Akışta kalın dedikleri meğerse yayın akışıymış. Mesela Flaş Tv de insanlar hep mutluymuş dünya yıkılsa halay çekiyorlarmış. Ermiş onların hepsi ermiş...

Yeni yıl için ilk eylemim İlk fırsatta tv bağlatılacak ve hergün en az 2 saat TV izlenecek.

Dıpnot: 35 inde hangi şarkıyı yazmış ki diye sormustum ya radyo programcısına tvitimi ritvitleyip birde gülücük yollamış. Şu tvitter ne acayip, soru soruyorsun cevap yerine gülücük geliyor. Eskiden bilmiyorsanız bilmiyorum denirdi.

22 Ekim 2012 Pazartesi

bazen karınca bazen fil

Şımarık bir kız çocuğu olmak istiyorum.. Herkes hayatında yapamadığı şeyleri büyüyünce yapmak ister ya.. Benim de icimde ukte kalan sey şımarık bir kız çocuğu olabilmek. "Amanda büyüyüpde küçülmüş, pek akıllı tu tu tu maşşallah "  diyen teyzelere yaranmaya çalışarak geldim bugüne..

Mesela aldığım şeker mor yerine pembe ve ben sırf bunun için ağlamak istiyorum. Ama ne mümkün.. Babam hemen başlardı sorgulamaya şimdi neden ağlıyorsun diyerek. Ve ben bunun ne kadar mantıksız olduğunu anlayana kadar konuşurduk. Gerçekten haklı bir nedenin yoksa, hasta değilsen, aç değilsen, düşmediysen, şaşmadıysan, annen baban yanındaysa, seni seviyorsa ağlamak icin bir nedenin olmamalıydı. Evet doğru ama eksik.

Şu an öğrendiğim şey duyguların mantıkla ilgisi olmadığı. O şekerin mor olmamasına üzülebilirsin çünkü mor olmasını hayal etmişsin, senin için bir anlamı var.. O anlamı belki anlatamıyorsun ama var.Asıl ağladığın şey hayal kırıklıgı. Annen, baban ve etrafdaki teyzeler senin için ne ifade ettigini bilmiyorlar. Onlar bir şekeri hayal etmek ne demek anlayamayacak kadar büyümüşlerse senin suçun ne? Etrafdaki cık cık cık seslerine inat avazın çıktığı kadar ağlamalıymışsın...

Karıncayı bile incitmeyen insan olmak ne büyük bir çaba ister, senden bunu nasıl bekleyebilirler? Evrendeki her nesne bir yer kaplıyorsa seninde varlığın bir yer kaplayacak elbet. Sen olmasan başkalarına daha çok yer kalırdı sanıyorsun..Az yana çekilsen bir kişiye daha yer açılacağını. Herkese yetecek kadar yer varsa kenara çekilmek niye?

Kendi adıma sadece mantıkla alınmış kararlarımın sonuna geldim.. Zaten aferimci teyzelerin hepsi emekli olup köşelerine çekildi.. Kendi hislerine benden çok daha duyarlı olan o şımarık çocuğu bulup bir barışasım var.. Nereye kadar kendini görmezden gelerek en doğru'yu yapmaya çalışabilirsin ki? O karınca'nın incinmesi gerekiyorsa da incinecek. Sonuçda hepimiz bazen karınca bazen fil'iz..

Ayrıca şirket'te hazırlanan o sözde bayramlık mutfak kahvaltısına'da gelmiyorum. Kaçıp emek'de efil efil yapacağım kahvaltımı.. Ne derseniz diyin...


26 Ağustos 2012 Pazar

STOCKHOLM...




Kuzey ülkeleri hep soğuk gelmiştir bana... Kocaman bir ülke ama heryer dağ taş, insanlar hayatlarının büyük bir kısmını karanlıkta geçiriyorlar, evlerin arası o kadar uzak ki aylarca insan yüzü görmeyip sonrada tek başlarına intihar ediyorlar. Haneke Alman değilde  Anne İsveç Baba Norveç'li bir göçmen benim kafamda. Zaten İsveç ve İsviçre'yi karıştırmadan söylemek yıllarımı almış. Öyle ömür törpüsü bir ülke benim gözümde.

Stockholm'e bir sonbahar günü gittim ve ne kadar yanıldığımı anladım. Adacıklar üstüne kurulmuş şehir ama Venedik'teki gibi incecik kanallar yerine birbirine yakın ama kendi içinde bir düzeni olan ufaklı büyüklü 14 adacık.

GAMLA STAN...


 





















Stockholm'de eski şehirin bulunduğu ada Gamla Stan. Şehrin merkezine köprülerle bağlanan mink bir adacık, kentin ortaçağ'dan kalma hali. Gördüğüm en iyi korunmuş kent merkezlerinden. İsveç'in savaş yüzü görmediğini, 2. dünya savaşında bile tarafsız kaldığını düşününce çok daha önceden gezi listeme almalıymışım diye düşündüm. Halbuki Anadolu öylemi, Hititlerden başlıyorsun savaşları okumaya destan destan, Savaşmadığımız bir kuzeydeki eskimolarla afrika'nın yerlileri kalmış.
Gamla Stan'a dönersek daracık sokaklarda keyifli keyifli yürürken karşına çıkan meydan'da kahve içmek olmazsa olmazlardan. Yürürken gördüğüm harika vitrinlere sahip olan şekerci dükkanlarına yapışmakda benim olmazsa olmazlarımdan. Size tavsiye etmiyorum

Gamla Stan'ın en güzel göründüğü yer hemen karşı tarafındaki ada olan Sodermalm. Buradaki "Gondolen"a mutlaka uğramalı. Asansörle çıkılan bir manzara terası ve aynı manzara'ya bakan bir lokantası var. Michelin yıldızına sahip olan lokanta'da fiyatlar biraz pahalıymış, ben sadece terasından faydalandım.  Sodermalm popülasyonun daha yoğun olduğu biraz bohem bir yerleşim yeri. Gamla Stan'daki ortaçağ havası burada yerini 17-18.yy apartmanlarına bırakıyor, Greta Garbo'nun yaşadığı sokaklarda dolaşarak alışveriş yapabilirsiniz. 

Bunun dışında gezilecek yerler Wasa Müzesi, Skansen, Parlamento binası,Nobel müzesi ve Saray. Ayrıca liman'dan kalkan turist botlarıyla yapılan turlar'da çok keyifli.

On milyonluk nüfusuna rağmen H&M, İkea ve Erikson gibi dünyaca bilinen markalara sahip olması nedeniyle refah seviyesi oldukça yüksek bir ülkedir. Zaten Stockholm'de her köşebaşında bir H&M bulabilirsiniz.


SKANSEN...














Bir yarım gün ayırmak gerek, gezimin en eğlenceli bölümlerinden bir tanesiydi. Kısa süreli gezilerde atlanabilir ama uzun kalacaksanız güzel bir gün geçirmek için ideal. Skansen 19.yy'da kurulmuş, İsveç'in en eski açık hava müzesi. Eski bir trenle tepeye çıkıp oradan aşşağı doğru yürümek en ideal gezme yöntemi. Çeşitli dönemlere ait 150 tane ev, ahır, kuyu aklınıza gelebilecek ne varsa bu alan içinde tekrar inşa edilmiş. Ufak bir zaman yolculuğu ile dünden bugüne İsveç'i tanıma imkanı veriyor. Bazı evleri gezerken evlerde o dönemin kıyafetlerini giymiş insanlar oluyor ve yaşayan bir yeri geziyormuşsunuz izlenimine kapılıyorsunuz.

PARLAMENTO BİNASI...


Stockholm'le ilgili nerede bir göresel varsa ilk göze çarpan bina parlamento binasıdır. Bina bugün de parlemento ve çalışma ofisleri olarak kullanılmakta. Nobel ödülleri'de bu harika binanın balo salonunda veriliyor. Tamamen tuğla olan bina'nın avlusu ve balkon'u görülmeli. Benim gibi bina delisi değilseniz bile içine girince farklı gelecek. Avluda bulduğum bir bank'ta yarım saat kadar oturmuşum daha da otururdum... Kule'nin üzerinde İsveç'in sembol'ü olan 3 tane taç bulunmakta.  Nobel ödüllerini son yıllarda politik bulduğum için müze'ye gitmedim. Nobel müze'si Gamla Stan'da.

SAMİ'LER...


Her ne kadar İsveç savaşlardan olabildiğince uzak durmuş olsada tamamen temiz bir tarih'e sahip değil.  İsveç, Norveç ve Fillandiya'nın kuzeyi sami bölgesi olarak geçiyor. 18.yy'dan itibaren asimile edilmeye başlamışlar. Yaşam alanlarının kısıtlanması, kültürel baskıların yanında 1900'lerde pek çok "Sami" kadını kısırlaştırılmış. 1998 yılında İsveç hükümeti Sami'lerden özür dilemiş.

Sami'ler hakkında daha fazla bilgi için:


 










16 Ağustos 2012 Perşembe

sonsuzluk ve bir an

şuan öyle güzel bir andayım ki tek eksiğim demli bir çay ya da bir tek rakı, biraz peynir..
Aslında Bodrum'da bir koy'da merkeze dönmek için 10 kisiyle birlikte dolmuş bekliyorum. Diğer bekleyenler ne hissediyor bilmiyorum ama "sonsuzluk ve bir gün"ü ben çekecek olsam bu an'ı çekebilirim..

Saatlerce şezlong üstünde hafif güneş'te demlenmişken gölgede dalları yerlere sarkan bir ağaç altına atılmış tahta bir masa ve bir kaç dağınık sandalye.. O an ihtiyacım olan tek şey o sandalye'de oturmak belki kök salmak.. Bir tablo; icinde agaç, sandalye, ben.. Asılmışız bir duvara. Sonsuzluk ve bir gün boyunca..

O kadar güzel bir akşam esintisi var ki rüzgar'ın yönünü tahmin edemiyorum. Sağımdan solumdan beni sarıp sarmalayan hafif ama serin ama üşütmeyen bir esinti.. Zaten agaçlar'ın rüzgar'ın yönünü merak ettiğini hiç sanmıyorum. Nedir bu insanoğlundaki herseyi olçme, tartma, sınıflandırma merakı.. çok mu Agatha Christie okuduk, çok mu Sherlock Holmes izledik.. Ufak bir esintiden uzaktaki kırlangıçların göç yolları hakkında bilgi edinsem, rüzgar'ın kokusundan hangi dağları, denizleri aşmış da gelmiş anlasam ne olacak ki.. Ama merak işte, bir agaç gibi huzur buldugum o an'da kalamıyorum..  

Dolmuşun karanlığı yaran farlarıyla bitsede sonsuzluk ve bir an, yine yollara düşecek de olsam yanıma alıyorum ufak bir parçanı, hafızama kaydettim seni artık hep benimsin :)


10 Temmuz 2012 Salı

Siz hala anneannenizin bulaşık deterjanı'nı mı kullanıyorsunuz?

Hayatınızdan mı sıkılıyorsunuz? Herşey ve herkes aynı mı gelmeye başladı? TV'de izlediğiniz dizi yaz tatiline girdi muhtemelen, beyninizi uyuşturamayınca ne yapacağınızı şaşırdınız...  Ama istediğiniz kadar beyin hücrelerinizi köreltip kafanızı kuma gömün ilk boş kaldığınız fırsatta hayat size birşeylerin ters gittiğini hissettirecektir.

Belkide hayata karşı biraz daha açık olmak gerekiyordur. Yıllardır görüştüğünüz arkadaşlarınızdan başka insanlarda eğlenceli, akıllı,samimidir.. Neden etrafınıza bir bakmıyorsunuz. Yıllardır tutturmuşuz "Sen benim eski değil eskimeyen dostumsun" ama seninle üç gün tatile gittim sıkıntıdan patlıyordum onu ne yapacağız? Dünya bu kadar çeşitli, renkli ve hareketli bir yerken bizim aynı şehir'e, aynı iş'e, aynı insanlara olan bağımlılığımızın boyutları korkutucu olabiliyor. Tabiki insanın yıllardır tanıdığı güvendiği dostları olması harika ama dünya'da yaşayan onca iyi insan'a haksızlık etmemeliyiz.

Birazcık değişiklik yapsak ne var sanki? En son ne zaman yeni biriye sohbet ettiniz? yeni bir kitap okudunuz? Korktuğunuz bir şeyi inadına yapıp üstüne gittiniz? Siz hala anneannenizin bulaşık deterjanı'nı mı kullanıyorsunuz?

Alışkanlıkların verdiği uyuşukluğu sevmiyorum. Her sabah kalktığında aslında hayatınla ilgili bir tercih yapıyorsun. Hergün başka yeni bir şey yapmak için çaba verelim demiyorum ama hergün aynı gözlüklerin arkasından hayata bakmak hiç gerçekçi değil. Solmuş renkleri renkli gözlüklerle canlandırmaya calışmak gibi. Gözlüğü çıkarıp renklerin solduğunu farketsen en azından düzeltme şansın olur. Hem erken teşhis hayat kurtarır. Hayatından memnun olduğun oranda yaptığın şeye bakış açın hergün değişebilir.

Son dönemde tanıştığım yeni insanlara, eskiden tanıdığım ama tanıma zahmetine bile katlanmadığım şimdi tanıyınca sevdiğim insanlara ön yargılarımı kırdıkları için teşekkür ediyorum. Gerçekten her insan bir dünya ve ben bu dünya'da gidebildiğim kadar uzağa gitmek, tanıyabidiğim kadar insan tanımak, okuyabildiğim bütün güzel hikayeleri okumak, öğrenebildiğim herşeyi öğrenmek istiyorum. Bir de 40'ıma gelmeden bu dünya'nın bütün okaynuslarında yüzmüş olmak istiyorum! Siz samimi olursanız hayatta size samimi olur.

17 Haziran 2012 Pazar

Babamı Özledim...

Ki bu benim için itiraf etmesi ve hakkında birşeyler yazması en zor konu sanırım. Babamı kaybedeli 2yıl 8 ay oldu hakkında tek bir kelime dahi yazmadım. Hatta hakkında konuşmam da.. Sanırım kabullenmemenin başka bir versiyonu bu da. Hiç bahsetmezsen ve kimse bilmezse aslında olmamıştır belki de.. Genelde olayların hep neşeli tarafından bakmaya çalışıyorum ama sevdiğin bir insanı kaybetmenin hiç de neşeli bir tarafı yok. Ölüm kadar soğuk bir şey tanımadım.. Hissettiğim, dokunduğum, gördüğüm en donuk en soğuk şey.. Bu kadar hayat doluyken bizler bu kadar donuk bir sonu haketmediğimizi düşünüyorum bazen.. Keşke buhar olup uçsak da sevdiklerimiz o cansız halimizi görmese...

Gene bir bayram tatilinde Antalya'ya gidiyordum hem de babam bana araba almıştı, aylardır arabanın resmine bakıp tatil'i bekliyorum. İstanbul'a babamla beraber arabayı kullanarak gelecektik.. Evim'e arabama aileme kavuşmanın heyecanıyla indim Antalya'ya ama ev yerine hastaneye götürdüler. Babam amelyat olacakmış ve kansermiş. Bir insanın bir tepeden bu kadar aşşağı son sürat yuvarlandığı zor görülür. Annem hastanede kaldı eve geldim babam bana not yazmış el yazısıyla arabayı nasıl kullanacağıma dair. Vitesleri falan çizmiş. Aldım anahtarı aşşağı indim. Hayatında otomatik vites görmemiş, arabayıda ehliyeti alırken kullanmış ben deneye yanıla mahallede tur atmaya başladım. Ama ağlamaktan ışıkları hüzme olarak görüyorum her yer bulanık..

Babamla beraber cesaretim, heycanım ve tüm aykırı taraflarım da gitti.. Sanırım ona yaranmak için, biraz da onun yerine yapıyormuşum tüm çılgınlıklarımı.. Uçaklardan mı atlamadım, yamaç paraşütü mü yapmadım.. Bilirdim ki babamın içi giderdi hatta paramotor alacağım diye tutturmuştu ben uçuyorum diye.. Keşke onu fethiye'de uçursaydım bir tandemle... Bir kere de ben onu cesatretlendirseydim. Babam dağları çok severdi. Ben küçükken bir hurby'miz vardı.. Antalya'nın tüm çobanları babamı tanırdı dağ'da taş'da dolaşmakdan beyaz hurby'yi görünce selamı çakarlardı. Ben'de babamın kızı üniversite'ye gelince dağcılığa başladım, aladağları anlatırdım ballandıra ballandıra dinlerdi mutlulukla. Üç ay uzakdoğu'ya gittim bir arkadaşımla sırtımıza çantaları alıp amerika ırak'a saldırmış, sars başlamış bize ne.. Annecim hep iki'ye bir mağlup izin vermek zorunda kaldı hepsine. Babam yatıştırırdı annemi'de. Biz hep aynı çetenin iki azılı üyesi hep afacanlık peşinde.. Babam gittiğinden beri ev hanımından hallice tatillerde çeşme bodrum takılıyorum sakince... Meğer hepsi babama yaranmak içinmiş ya da o heyecanla beni kimse dinlemeyecek nasılsa.. Anlatıcak kimsen olmayınca birşeyleri yapmanın anlamıda kalmıyordur belki de...

Babamı kaybettiğim ilk sene baktım ara ara babamı unutuyorum gülüyorum eğleniyorum, insanlar böcek gibi diye dolanıyordum etrafda. Atom bombası atılsa hayatta kalacak hamam böcekleri gibi. Yaşam itkimiz o kadar güçlü ki başımıza ne gelirse gelsin yaşıyoruz, üstelik gülüyoruz, eğleniyoruz, hayattan keyif alıyoruz, ölen'le ölmüyoruz ölemiyoruz. Sonra hatırlamak o kadar acı verdi ki herşeyi unutmak istedim, annem bile babamdan bahsetse kızıyordum. Sonra bir şekilde su yolunu buluyor hayat rayına giriyor. İnsanı rahatlatan tek şey sanırım sevdiğin insanın iyi gününde kötü gününde yanında olabildiğini bilmek..  Hastane de kasları güçlensin diye kendimce babamın kolunu bacağını kaldırıp pasif jimnastik yapıyorduk, yoğun bakıma girdiğinde ona saatlerce ceviz ağacımızı bizi anlatıp durdum. Durumu en ağır olmasına rağmen bir tek benim babam yoğun bakımdan çıktı. Yanındayken hiç elini bırkamadım olabilen durum içinde hep kendimizce eğlendik var olan zamanımızı iyi geçirmeye çalıştık. Babam tekrar ağırlaştığında ben istanbuldaydım, fark ettim ki gitmesi gereken birisini burada tutmaya çalışmak ona da sana da daha çok acı verir. Bir tek babam eski haline dönemeyecekse daha fazla acı çekmesin diye dua ettim. Gitmesine izin verdim o da gitti.... 08/09/2009

3 Haziran 2012 Pazar

"KARMA" Bana Borçlusun Bilesin İstedim...

"My name is Earl" u izlerken tanıştım karma'yla, dalga geçerken geçerken bir yerden sonra nasıl oluyorsa bu ruhsal akımlar sizi de sarmaya başlıyor. Yok evren -me'den -ma'dan anlamazmış, mesela saçlarım dökülmesin dersen evren "me"yi atıverir saçların dökülüverirmiş, yok iylik yapan iylik bulurmuş, kötülük yaparsan karma sana hemen fatura'nı yollarmış, negatif enerji verirsen insanlar enerji'ye kanca atar kavga çıkarmış ve daha neler neler...

Duya duya bir süre sonra ya doğruysa şimdi yok yere başıma bişi gelmesin diye dikkat etmeye başlıyorsun. "Karma" hakkındaki hikayeler "hıdırellez" efsanelerini geçti. Yok efendim hıdırellez'de çöpten adamın ayağını kısa yapmış, kocası aksak yürüyormuş falan filan...

Ama geçenlerde fark ettim ki bu "karma" hep tek yönlü çalışıyor, nerede negatif bir şey var hemen gerçekleşiyor aklına gelen başına geliyor ama güzel şeylere bir dönüş yok. Oturdum hesapladım bu güne kadar toplamda 4 kişi'yi işe soktum, 2 kişi'yi evlendirdim, 1 kişi'ye iş kurdurdum. Gerçi iş kurmayıp maaşlı çalışsaydı daha mı mutlu olurdu hala emin değilim. Hani benim dönüşüm, karmacım nerelerdesin? Ufak tefek iyi etkilerimi hesaplamıyorum bile direkt büyük iyiliklerden girdim konuya. Şu ana kadar hayatımda sadece 1 kere iş konusunda arkadaşım yardım etti onun dışında hep kendi yağımızla kavruluyoruz. 7'ye 1, karmacım senden 6 dilek hakkım var. Elim ayağım tutarken bana ne kıyak geçeceksen geç artık.

Cehalet mutluluktur, akışına bırak,uçan ok durmaktadır, aynı su'da iki kere yıkanamazsın gibi atasözleriyle ilerleme'ye karar verdim. Yoksa her duyduğum negatif şeyi hemen hayatıma adapte etme pardon çekme (çekim yasası) gücüne sahibim. Merkür retrosu diye bir şey okudum, o hafta en üst kat bir daire'de balkon'da oturuken inşaat kalası düştü, milimle sıyırdı. Öyle fantastik!

Hep Batı'nın oyunu bunlar, yada Amerika'nın. Tabi karmacım bana bir süpriz yapar süper haberler alırsam anında çark edip "karma forever" diye bir dövme bile yaptırabilirim o ayrı...

P.S. Aaa o sözü Herakleitos söyledi Atasözü değil diyorsan, Herakleitos İyonya'lı olup benim öz be öz atamdır. Yaaaa n'oldu çok bilmiş :))

Anafikir: Hepimize hiçbirşey beklemeden liman'a oturmuş gelgit'i izleyen adam huzur'u diliyorum. Ne de olsa hayat'ta bir gelgit değilmidir sayın konuklarım ?

http://www.youtube.com/watch?v=rd3rA89VhtA&feature=youtube_gdata_player



30 Nisan 2012 Pazartesi

ben boyleyim (athena)





Hayat bu kadar mı? Bence degil.. Bir kac sozüm var... Biraz senin gibi yıkılmayan duvarları var...

Benimde bu şarkının her sözünü tekrar tekrar yazasım var..

Koskoca hayat elbette bu kadar olacak degil, daha yolun yarısına bile gelmemişken hem de.. Hatta yolun son çeyreğine bile gelmiş olsan hiç bir zaman bu kadar olmayacak, hergün sen yeni bir güne ve yeni bir sene uyanırken hayatın sadece bu kadar olma ihtimali bile yok.. Ama sırf hayatın bu kadar olmasın diye zorlamaya da gelmiyor, gercekten yıkılmayan duvarları var. Sen hergün yeni bir sene uyansan da özün degişmiyor.. Duvarlarını boyabilirsin, sarmaşıklar sarabilirsin ama kendine ters birşeyi yapma şansın yok.. Çok zorlarsan ancak duvara karşı gibi gider toslar toslar gelirsin. Kendi duvarlarımı gökyüzü rengine boyamak isterdim, varlıklarını fark etmeyeyim diye...

Bazen esinsindir bazen uzak yakınlarım var..

uzak yakınlarım cok vardır mesela benim, çünkü duygularımdan tamamen kopamıyorum.. Ne kadar çok duvar örmem gerektiyse o kadar cok uzak yakınlarım var... Yakınken uzaklara gidenlerim var, sevdigim halde bırakmam gerekenlerim var, aklımda kalıp hiç söyleyemediklerim var.. Söylemeye çalıstığımda daha da uzaklaşan uzak yakınlarım var...

Bırak tutma beni.. Kaybetsem de üzülmem asla.. Ne boş kaygılarım.. Korkma bana hiçbir şey olmaz..
Yanlış doğru gibi eksik kalan birkaç satırsa..

Ya aslında tutadabilirsin.. Benim gibi kaçmaya meyilliysen az bazen tutulmak gerekir. Kaybedince de cok pis üzülürüm.. Genelde içimden üzülürüm, pek üzüldüğümü gören olmaz. Ama sinirlenirsem hemen gösteririm. Ama benim tutmamaya çalışmam lazım çünkü sevdiğim herkesi etrafımda tutmaya çalışıyorum, hatalarını görmezden gelip, onların yerine kendimden özür dileyip tutmaya çalışmak.. Işte hep o boş kaygılardan.. Korkma bana da kimseye de birsey olmaz.

Hayat benim her anımı yaşadıkça sevesim var..

Bu benim cümlem.. Kesinlikle yaşadıkca her ANımı sevesim var..... Hatta çok çok sevesim var.. Şu an bu yazıyı yazdığım anı, pencereden dışarı baktığım anı, rüzgarın estiği anı, arkadaşıma gülümsediğim, kendi kendime içlenip ağladığım, aklıma gelince beni gülümseten.. Hepsini sevesim var...

Aldırmam hiç yağmurlara, Benim güzel hatalarım var...
 
yağmur'a aldırmayı bırak bayılırım! Ismimi yağmur olarak degiştirmiştim bir ara kendimce ama şimşek çakarsa işler değişir. En çok korktuğum 2.şey şimşek çakması. Geçen gün kendisiyle gözgöze geldim, taksiye nasıl atladığımı bilemedim. Hatalarım çok bazen var ama güzeller mi çok da emin değilim.. Olması gerekmiştir olmuştur diyorum. Keşke hiç hatasız, hiç üzülmeden ve üzmeden yaşayabilsek ama ne mümkün...

Değer saklanma hiç.. Geçer zaman böyle de geçer.. Ya sev ister vazgeç..
Beklentiler sadece üzer.. Ayrı dünyalarda farklı farklı kafalarda..
Ben, ben böyleyim kendi yolumdan

Zaman öyle de böyle de geçer.. sevdiğimiz gibi geçsin.. Beklentiler üzmesin ama beklediklerimizi bulalım çünkü hayattan birsey beklemeden nasıl yaşanır bilmiyorum....

Bir an bile vazgeçmedim kendi yolumdan

Ama başladığımdan beri yol çok değişti.. U dönüşlerinden kafam döndü.. Her anını seviyorum dediysem, bir sabit dur gene severim ben seni hayat...

8 Mart 2012 Perşembe

Gunaydınnn Vietnamm!!!

Siz hiç sabah uyandığınızda kendinizi çok iyi hissedip <Günaydınnn Vietnammm> diye bağırmak istedinizmi veya konuşmanın anlamsız bir yerinde <beyaz tavşanı takip et> diye bir o kadar alakasız bir replik çıkıverdimi ağzınızdan bilmiyorum ama bana arada, mesela bu sabah gibi, olabiliyor. Pencereyi açıp söyle bir "günaydın vietnammm" diyesim geldi. Arka penceremin merkez komutanlığına baktığı düşünülürse çok akıllıca olmazdı sanırım.

Hatta geçmişte <carpe diem> yazarak neredeyse bir defter bitirmişliğim var. Mesela uzun bir ilişki sonrası hafıza silme methodlarını google'ladıysanız sizi bu tarafa alalım. Son yazdığıma yok artık diyorsanız burası dizi kahramanı ölünce helva kavrulan bir ülke. Havasından suyundan hepimize biraz bulaşmıştır belkide...

Yada hepsi filmlerin suçudur.. Bazı tepki ve replikler o duyguyu sana o kadar iyi veriyorki sanırım aynı duygu halinde o ifade şeklini tekrarlamak istiyorsun. Hatta bazı cümleler hissettiğin şeyi o kadar güzel ifade ediyorlarki ilk senin söylememiş olman çok yazıktır. Mesela < siz bir sebze bile olmazsınız bayım çünkü enginar bile bir kalbe sahiptir.> cümlesini ilk kuran insanın ben olmam gerekiyordu ama fransızlara kısmetmiş..

Kitaplar içinse durum daha farklı, hiç aklımda tekrarladığım bir replik kalan bir kitap yok. Ama o duyguyu yaşamak için bir kitapta okuduğum yeri bulup gitmişliğim çoktur. Mesela Foucoult sarkacı'nı göreceğim diye Pantheon'a gidip uzunca bir süre sarkaca bakıp o mu dönüyor ben mi sabitim diye hülyalara dalmıştım. Gerçi sarkaç hayal ettiğimin onda biri büyüklükte çıktı ama istifimi bozmadım. Adam ölmüş gitmiş sarkacı az daha büyük yapaydın bu kadarını ben salonda kurardım boşuna onca yol geldik diyecek halim yok.

Napalım herşey nasip kısmet yada neye niyet neye kısmet... Aniden ve Kötü biten filmler gibi oldu :)



19 Şubat 2012 Pazar

işaretleri takip et

Günler günleri kovalarken hızlı başlayan bir 2012'yle başbaşayım. Umarım bu şekilde devam eder derken bu resim karşıma çıktı. Öyle hokus pokus misali bir büyü beklemiyorsunuzdur umarım, "düşün olsun" modası da durulmaya başladı zaten.. Küçükken okuduğumuz masallardaki gibi olmayacağının ya da ne olacaksın sorusuna istediğimiz cevabı veremeyeceğimizin farkındayızdır hepimiz. Gerçi bana sorsalar hala astronot olmak isteyebilirim, dünyaya yukarıdan bakma fikri beni cezbediyor. Ama astronotluğun bile aslında sandığım kadar eğlenceli olmayacağının da farkındayım.

Malesef dünyanın gerçek yüzüyle karşılaştık ve bu geri dönülemez. Peki bu gerçekliğin gözümüzü korkutup bizi ufacık dairelere sıkıştırmasına izin mi vermeliyiz? Konfor alanımızda kalarak ne kadar konforlu olabiliyoruz ki.. Bir süre sonra aslında konfor vermemeye başlasada alışkanlıklardan vazgeçebilmek o kadar zor ki.. Dedim ve sizde inandınız ?! Bu bizim konfor alanımızda kalmak için uydurduğumuz baş yalan bence.. "o kadar zor ki" !! Hadi gezmeye tozmaya üşeniyoruz anladım, düşünmeye de mi üşeniyoruz?! Hem dediklerine göre alışkanlıklar 21 günde değişebiliyormuş. Mesela 21 gün kendinizi kambur yürümeye zorlayın 22. gün kambursunuz ya da tam tersi...

"Hiç bir değişim tek bir değişim" değildir sözünü benimseyerek büyük ya da küçük alışkanlıklarımızı kırmaya çalışmalıyız bence. Ben aslında bunu oyun haline getirdim, bazen kendimi aslında vermeyeceğim tepkiler ya da davranışlar yapmaya zorluyorum. Bazıları hoşuma gidiyor bazıları da bana cidden hiç uymuyor ama eğlenceli. Mesela geçenlerde bir konu hakkında konuşurken karşımdakinin beni anlama ihtimali olmadığını fark edince konuyu geyiğe vurdum. Normalde anlaşıldığımdan emin olana kadar cevap verip konuşmayı uzatabilirim. İlk defa baktım karşımdaki anlasa ne anlamasa ne zaten anlayası da pek yok. Salladım... Ki bu hiç benlik bir davranış değil. Ama o kadar iyi oluyormuş ki!!! Keşke daha önce keşfetseymişim herkes öğrenmesi gereken şeyi zamanı gelince öğrenir, mantığı gelişmemiş insanlara mantık öğreteceğim diye bana yazık değil mi?

Ama konfor alanından ilk çıktığında kötü bir tiyatro oyuncusuna benziyorsun onu söyleyeyim, sudan çıkmış balık!! Çok sakin bir arkadaşım insanlara çemkirmeye çalışıyordu, başta çok komik oluyor ama şimdi baya baya lafı gediğine koymaya başladı.

Mesela tam tersi, hakkınızı almak için dişe diş göze göz mücadele edenlerdenseniz, size bir iyi bir kötü haberim var. İyi haberim, hakettiğini düşündüğün şeyi eninde sonunda alırsın. Daha azına ve haksızlığa razı olmaksa kendine yapabileceğin en büyük saygısızlık . Kötü haberimse; o kadar çabayı boşuna harcayıp kendini yormuş olabilirsin. Aynı labirentte o kadar çok çıkış yolu var ki...  Şu ana kadar belki sadece bir çıkış yolunu buldun ama belki daha kısa ya da daha yeşillik yollardan geçen ya da bir sahil kasabasına uğrayan daha güzel çıkışları var labirentin.Yeter ki labirent gözünü korkutup seni yıldırmasın. Duvarlara orak çekiçle saldıracağına işaretleri takip et.. Çıkışı bulacaksın :)



27 Ocak 2012 Cuma

bi sus be kadın...

İnsanlara olan tahammülümün sonlarına geldim sanırım.. şu hayatta geçidiğim ortalama süre sonucunda gereksiz davranış ve konuşmalara gülümseyerek yaklaşamıyorum. Özelliklede devamlı başka insanların işine burnunu sokup akıl veren insanlara dayanamıyorum. Bir yol süresi içinde servis şöförüne sürüş tekniği dersi, 3. köprüye uygun alan, çalıştığı firmanın oturma düzeni ve hatta yangın çıkışları ve daha akla gelebilecek binbir çeşit konuyla ilgili uzman görüşleri dinlemek zorunda kalmak. Dünyanın en önemli icadının kulaklık olduğuna karar verdim. Birde yanıma almayı unutmasam. Bence taşıtlara acil durumda kullanılmak üzere çekiç yerine kulaklık koymalılar...

İşin ironik tarafı bu kadar akıl verme meraklısı bir insana hasbelkader işiniz düştüğü zaman bildiği şeylerle ilgili size hiçbir bilgi vermemesi. Mesela bir soru mu soruyorsunuz, karşılığında olsa olsa 5 soru ve 0 cevap alabilirsiniz. Henüz bilmediğim bir ekolde sanırım soru sormak zeka belirtisi olarak kabul ediliyor ama bizim oralarda leb demeden leblebiyi anlayana zeki denir. Bence soruya soruyla cevap vermek yasaklanmalı. Hem basit bir konu için beyin fırtınası yaratmaya gerek yok. Senin beyin bedavaysa benimkinin günahı ne...

Keşke kendime uzaktan bakma şansım olsa.. Çünkü bir başkasına uzaktan baktığınız zaman takıldığı noktaları, hatalarını ve yanlışlarını o kadar net görebiliyorsunuz ki.. Hani bazen karşındakine "bi sus be kadın.." demek istersiniz ya... Acaba bende insanları böyle deli edebiliyormuyum diye düşüdüm bir an.. ama sadece bir an.. İstesem bile bu kadarını beceremem.. Numunelik bunlar numunelik....

7 Ocak 2012 Cumartesi

etkisel tepkimeler


Sanırım yazdıklarımı kimsenin okumadığını düşünmek daha iyi.. Bloguma giren insan sayısı arttıkça yazmakda zorlanıyorum çünkü insan beğenilme kaygısı taşımaya başlıyor. Malesef insanlığın en zayıf yönlerinden birisi beğenilme, onaylanma ve kabul görmeye olan açlığımız.

Kim istemezki bir yerden içeri adım attığında insanlar üzeride harika bir etki bırakmayı, bakışlardan gelen onay dalgalarıyla sarıp sarmalanıp, mutlu egosuyla kol kola dolaşmayı. Onaylanmaya duyduğun açlıkla doğru orantılı olarak etkini artıracak yan araçlara yöneliyorsun. Mesela tasarım bir çanta kullanmak, parmağındaki taşın büyüklüğü, olmadı aynada çalışılmış bir yan bakış, türk filmlerinden çıkma bir ses tonu... Eğer ufak onaylanmalarla yetinemeyecek bir egon varsa bu sefer etki yaratma arzusu topluma duyduğun tepkiye dönüşüyor ya da etki yerine tepki yaratarak aynı oranda bakışı üstüne çekiyorsun. Yüksek perdeden bir konuşma, isterik bir kahkaha...

Bazen ilişkilerimizdede aynı tuzağa düşüyoruz, sırf aldığı ilginin oranını arttırmak için devamlı orası burası ağrıyanlar, devamlı sana anlatacak çok önemli bir şeyi olan arkadaşlar, sanırım mutsuzluk daha çok ilgi çekiyor o yüzden etrafımda oflayan puflayan insan sayısı gittikçe artmakta. Bütün tanıdıklarımı bir barda toplayıp barın üstüne çıkıp artık herkes mutlu olabilir herkes sizi aynı oranda sevmeye devam edecektir dediğimi hayal ettim bir an.

Birde benim gibi en kötü anlarda bile mutlu olacak bir şeyler bulmaya çalışan polyannacıklar var. Kendimede aynı barın üstünden kötü bir şey olmuşsa mutsuz olabilirsin. Mutsuz olmak zayıflık belirtisi değildir demek istiyorum. Ayrıca kız çocukları kesinlikle romantik şarkılar dinleyerek büyümeli. Ergenlik çağında manowar dinleyen, battle hym, stand and fight'la beyni yıkanan insanlar kendilerini kaya gibi sert, bir savaşçı gibi güçlü sanıyor. Sonra ilk sevgilisi terk ettiğinde salya sümük ağlayınca yaşadığı şoku atlatması zaman alıyor.

Oturduğum yerden köprüye baktığımda bir sis bulutu gördüm ve hemen zihnimde bulutlanmaya başladı. Güneşli günlerin gelmesini ve neşeli neşeli baharsal yazılar yazmayı istiyorum. Hava koşullarından bu kadar etkileniyor olmam şansmıdır şanssızlıkmıdır bilemiyorum ama güneşli günlerin sayısı artarsa kendimi kötü hissetme ihtimalim çok aza iner. İnsanlığa, ozon deliğini büyütmesi ve küresel ısınma konusunda güveniyorum.

Genede yazımı sonuna kadar okuduysanız yorum falan yapın çekinmeyin :) (bu son cümle egomun zoruyla yazdırılmıştır)