8 Ağustos 2011 Pazartesi

Gökçeada ve Kitesurf...

                                             
                                                                                                       
Bazı şeyler ilk gördüğün anda aklına düşerler, evet dersin bir gün bunu yapmalıyım.. Sonra zaman geçer, tekrar karşına çıkana kadar unutur gidersin. Sonra tekrar görürsün bir yerde, bir yazıda, bir blogda dersin ki evet evet bunu bende yapmalıyım. Sonra tekrar zaman geçer.. Eğer bu senaryo sana tanıdık geliyorsa silkin ve kendine gel derim. Çünkü bir ara ve bir zaman asla gelmez. Birisi size bir ara yaparız, bir ara görüşürüz derse koşarak kaçın derim. Ama siz kendi kendinize bir ara yaparım diyorsanız, hiç yapayacağınızı kabul edin hayat daha kolay olsun..

Bende Kite'ı ilk gördüğüm an evet dedim bu yapmak istediğim şey, o hevesle bir iki araştırdım ama yapılan yerler çok kısıtlıydı, pahalıydı, oydu, buydu derken yıllar geçmiş yapıcam dememin üstünden. Bunun tek iyi tarafı kite biraz daha yaygınlaşmış, hoca sayısı artmış veeee Gökçeada'da sörf okulu açılmış. Görür görmez balıklama atladım ve aynı haftasonu bir sörf turuna dahil olup gökçeada'ya gittim.
                                
İstanbul'a Bozcaada'dan daha yakın olmasına ve daha büyük olmasına rağmen daha az gidilen bir ada Gökçeada. Ulaşım olanaklarıda nispeten daha kısıtlı, Eceabattan arabalı vapurla ada'ya geçiş yapabilirsiniz. haftasonu giderseniz sınırlı sayıdaki vapur için uzun bir kuyrukta beklemeniz gerekebilir.

Gokceada'nın bu kadar rüzgarlı olmasının nedeniyse gene bir efsaneye dayanır Safak Tanrıçası Eos'a aşık olan Rüzgar Tanrısı Eolos Kardeşi Makeresun önce davranıp Eos ile evlenmesine cok kızmış ve Onu Kovmuştur. En yakın arkadaşları Eolia ve Poiras'ı, Kral yapmıştır. Sert rüzgarların bekçisi Eolia Kaz daglarında yanında diger arkadaşı Kuzey Rüzgarları Poiras Gökçeadada nöbete gitmiş. Sürekli sert Rüzgarlar estirerek Makeros'un ve Eos'un gelmesini engellemekteler. Bu sert rüzgarlarda hep bir hainlik sezerdim zaten...

Rum ve Türk koylerinin bulundugu Gokçeada da konaklamak için pansiyonlardan birini seçebilirsiniz biz Aydıncık koyunda bulunan Gökçeada sörf okulunda kaldık. Otel mimarisi ve odaları çok güzel bulunduğu koyda yüzmek ve sörf yapmaya uygun. Merkeze ve gezilmesi gereken rum köylerine uzak olduğu için bir turla veya şahsi arabanızla gitmiyorsanız kalmanızı tavsiye etmem. Yemek ihtiyaçlarınızın tümünğ otelden karşılamak zorunda olduğunuz halde menü fiyatları çok yüksek ve yemekler aynı oranda güzel değil.

Adada hala az bir Rum nüfus var Rum ve Türk köyleri farklılık gösteriyor. Gezmek için Rum köylerini tercih etmeniz gerekiyor. Bademli, Zeytinli, Tepeköy ve Dereköy  kentsel sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmış Rum köyleri. Bu köylerde nüfusun çoğunluğunu hala Rumlar oluşturuyor. Biz Zeytinliköy ve dereköy e gittik.

Dereköy... 


 
Köye girdiginiz anda yogun bir terkedilmislik havası sarıyor sizi. Yıkılmaya yuz tutmus bir evin yanında beyaz perdeli yasam dolu bir ev görebiliyorsunuz. Hergün bu kadar terk edilmiş hissettiren, boş sokakların oldugu bir yerde yaşayamazdım ben galiba. Zaten bir iki yaşlı amca ve teyzeden baska kimseylede karsılasmadım. Floransa, Roma icin derler ya acık hava muzesi gibi. Dereköy'de acıkhava yalnızlık muzesi.. Tas evlerin, kırık merdivenlerin, bos sokakların arasında dolasırken evlerin eski sahiplerini ve civil civil sokaklari dusunmeden edemiyor insan. Ne de olsa zamanında adanin en büyük ve kalabalık köyüymüş. İçerisinde 22 kahve, 2 sinema, çok sayıda berber, bakkal, terzi gibi dükkanlar ve 3 zeytinyağı imalathanesi bulunurmuş. Hic akıllarına gelirmiydi ki onca hayat dolu köy bırgün bosalacak ve biz ellerimizde makinalarımız, kırık kapıların onunde sırıtıp, oturup havalı fotograflarımıza dekor olarak kullanacagız. Hüzünlü yerlerde cekilen gülen insan fotografları hosuma gitmiyor. Kaldırımlarında yürürken her tasında bir anlam bulabileceginiz, sizi düsündüren bir güzelligi var dereköy'ün.

Zeytinliköy...

Madamın Dıbek kahvesı

Derekoy'un aksine adanın hayat dolu ve yapısını koruyabilmiş köylerinden bir tanesi. Arabaların bırakıldığı  noktadan ufak bir yürüyüşle köyün meydanına geliyorsunuz. Etrafı kahvelerle çevrilmiş ufak bir meydan. En ünlüsüde madamın dibek  kahvesi. Romantik bir insan olmadığım için size gerçekleri söyleyeceğim. Madam artık aramızda değil kahveyi Rum bir aile işletiyor ama Madamın kahve yaptığı ve bugün halen kullanılan dibeği görebilirsiniz. Madam olsun omasın biz meydana bakan masamıza yerleşip tahta bankların üstünde keyifle kahvelerimizi yudumladık. Meydanı dolduran turistler olmasa kendinizi zamanın içinde kaybolmuş durmuş hissedebilirsiniz. Aynı meydanda yıllarca otursam belkide zaman gerçekten durur bir süre sonra hala dinç bir şekilde etrafda dolaşan genç bakışlı yaşlıların sırrı da budur belki. Kesinlikle Gökçeada ya daha boş bir zamanda gelip zamanın duruşuna şahit olmak gerek.

Uğramanız gereken bir diğer yer Barba Hrısto. Burada Hristo nun ve karısının elleriyle yaptığı sakızlı muhallebi ve dondurma yı yemeniz gerekiyor. Ben özellikle dondurmayı cok başarılı buldum. barba Hristo nun eski beşiktaşlı oyunculardan olduğu söylensede buda bir ada efsanesi çünkü Beşiktaşlı oyuncu seneler önce vefat etmiş ama derlerki adadaki Hristo nun onun adına ödül almışlığı bile varmış. Nerde Aziz Nesinlik bir hikaye duysam hemen inanırım zaten.

Kaleköy...

Şöyle akşam bir balık lokantasına gitsem diyorsaniz ufak bir limanı olan Kalekoy'u oneriyorlar. Yukarı kalekoy ve assağı kalekoy diye iki'ye ayrılıyor. Ufak bir tırmanısla yukarı kalekoy'e ulasabilir ve eski kalenin kalıntıları arasında adanın en güzel gün batımlarından bir tanesine eslik edebilirsiniz. Karsınızda gordüğünüz gun batimina eslik eden diger ada Semadirek adasi. Yukarı çıkarken göreceğiniz Yakamoz restaurant'da harika manzarası nedeniyle aksam yemekleri için tavsiye edilen mekanlardan. Assağı kalekoyde ufak bir liman, hediyelik esyaların

satıldığı minik bir pazar ve yemek yiyebileceğiniz lokantalar var. Ada insanının sakinliginden, buradaki hayatın yavaslığından olsa gerek yemek servisleride inanilmaz gec gelebiliyor. O yuzden mumkunse en bos olan lokanta'ya oturun. Limandaki lokantaların icinde en cazip olanı "son vapur" gibi dursada ben kesinlikle tavsiye etmiyorum. Malesef ada'da olmamıza ragmen bize fiks menu ve deniz levregi önerdiler ve genel olarak yavaşlığın otesınde kaba buldum.

Kite... Kite... Kite!!!


Hic bir zaman sert rüzgarları çok sevmedim, insanı hemen bir çarpar, bir sersemeltir ama Kite surf benim icin bu sert rüzgarlarla barısmak demek. Su ana kadar aldığım ufacik baslangıç eğitimimle bile anladım ki rüzgar nasıl eserse essin sen kite'i dogru açıda tuttugun surece sadece senin istedigin yone gidersin. Rüzgarda uçusan tüyler gibi kolayca bir o yana bir bu yana giden insanlari gordukce sanki elime alsam hemen suzulmeye basliyacakmisim gibi hissediyorum. Ne zaman ki kite'i elime aliyorum, diger insanlari kolayca tasiyan parasut bir hırçınlasıyor, bir sağa bir sola savruluyorum. Henüz baslangıç aşamasında olduğum için bu haylaz kite'in huyuna gitmeyi elbet ogrenirim diye düsünüyorum.Sanırım kullanmaya baslarsam kendisiyle uzun bir birlikteligimiz olacak..

Baslamak icin Radikal tur'dan baslangıç egitim paketi aldım. Paket olarak almak avantajli oluyor, ders harici zamanlarda yaptigimiz ada turuda gayet iyiydi. Gerci 6saat sonunda henüz board'a çıkmayı başaramadan ders bitti. Boyle bir paket bulmadan ders almak Gökceada'da daha pahali. Kite derslerinin saati 150tl iken, Alacati ve Gökova'da 100tl'ye ders alabiliyorsunuz. Alacati'da ders aldıgım parasut ve hava kosulları'da baslangıç icin daha uygun gibi geldi. Gokçeada'da cok zorlandıgım bazi hareketleri Alacatı'da kolayca yapabildim ama Alacatı'ya kesinlikle sezon dısında gitmek lazım cünkü alan cok kücük ve cok kalabalık. Istanbula yakınlıgı nedeniyle Gokceada kesinlikle guzel bir alternatif, biraz ogrendikten sonra Gokceada cok daha keyifli bir hale gelir diye dusunuyorum.
ilgilenenlere kolaylik olsun: http://www.radikaltur.com/