26 Ağustos 2012 Pazar

STOCKHOLM...




Kuzey ülkeleri hep soğuk gelmiştir bana... Kocaman bir ülke ama heryer dağ taş, insanlar hayatlarının büyük bir kısmını karanlıkta geçiriyorlar, evlerin arası o kadar uzak ki aylarca insan yüzü görmeyip sonrada tek başlarına intihar ediyorlar. Haneke Alman değilde  Anne İsveç Baba Norveç'li bir göçmen benim kafamda. Zaten İsveç ve İsviçre'yi karıştırmadan söylemek yıllarımı almış. Öyle ömür törpüsü bir ülke benim gözümde.

Stockholm'e bir sonbahar günü gittim ve ne kadar yanıldığımı anladım. Adacıklar üstüne kurulmuş şehir ama Venedik'teki gibi incecik kanallar yerine birbirine yakın ama kendi içinde bir düzeni olan ufaklı büyüklü 14 adacık.

GAMLA STAN...


 





















Stockholm'de eski şehirin bulunduğu ada Gamla Stan. Şehrin merkezine köprülerle bağlanan mink bir adacık, kentin ortaçağ'dan kalma hali. Gördüğüm en iyi korunmuş kent merkezlerinden. İsveç'in savaş yüzü görmediğini, 2. dünya savaşında bile tarafsız kaldığını düşününce çok daha önceden gezi listeme almalıymışım diye düşündüm. Halbuki Anadolu öylemi, Hititlerden başlıyorsun savaşları okumaya destan destan, Savaşmadığımız bir kuzeydeki eskimolarla afrika'nın yerlileri kalmış.
Gamla Stan'a dönersek daracık sokaklarda keyifli keyifli yürürken karşına çıkan meydan'da kahve içmek olmazsa olmazlardan. Yürürken gördüğüm harika vitrinlere sahip olan şekerci dükkanlarına yapışmakda benim olmazsa olmazlarımdan. Size tavsiye etmiyorum

Gamla Stan'ın en güzel göründüğü yer hemen karşı tarafındaki ada olan Sodermalm. Buradaki "Gondolen"a mutlaka uğramalı. Asansörle çıkılan bir manzara terası ve aynı manzara'ya bakan bir lokantası var. Michelin yıldızına sahip olan lokanta'da fiyatlar biraz pahalıymış, ben sadece terasından faydalandım.  Sodermalm popülasyonun daha yoğun olduğu biraz bohem bir yerleşim yeri. Gamla Stan'daki ortaçağ havası burada yerini 17-18.yy apartmanlarına bırakıyor, Greta Garbo'nun yaşadığı sokaklarda dolaşarak alışveriş yapabilirsiniz. 

Bunun dışında gezilecek yerler Wasa Müzesi, Skansen, Parlamento binası,Nobel müzesi ve Saray. Ayrıca liman'dan kalkan turist botlarıyla yapılan turlar'da çok keyifli.

On milyonluk nüfusuna rağmen H&M, İkea ve Erikson gibi dünyaca bilinen markalara sahip olması nedeniyle refah seviyesi oldukça yüksek bir ülkedir. Zaten Stockholm'de her köşebaşında bir H&M bulabilirsiniz.


SKANSEN...














Bir yarım gün ayırmak gerek, gezimin en eğlenceli bölümlerinden bir tanesiydi. Kısa süreli gezilerde atlanabilir ama uzun kalacaksanız güzel bir gün geçirmek için ideal. Skansen 19.yy'da kurulmuş, İsveç'in en eski açık hava müzesi. Eski bir trenle tepeye çıkıp oradan aşşağı doğru yürümek en ideal gezme yöntemi. Çeşitli dönemlere ait 150 tane ev, ahır, kuyu aklınıza gelebilecek ne varsa bu alan içinde tekrar inşa edilmiş. Ufak bir zaman yolculuğu ile dünden bugüne İsveç'i tanıma imkanı veriyor. Bazı evleri gezerken evlerde o dönemin kıyafetlerini giymiş insanlar oluyor ve yaşayan bir yeri geziyormuşsunuz izlenimine kapılıyorsunuz.

PARLAMENTO BİNASI...


Stockholm'le ilgili nerede bir göresel varsa ilk göze çarpan bina parlamento binasıdır. Bina bugün de parlemento ve çalışma ofisleri olarak kullanılmakta. Nobel ödülleri'de bu harika binanın balo salonunda veriliyor. Tamamen tuğla olan bina'nın avlusu ve balkon'u görülmeli. Benim gibi bina delisi değilseniz bile içine girince farklı gelecek. Avluda bulduğum bir bank'ta yarım saat kadar oturmuşum daha da otururdum... Kule'nin üzerinde İsveç'in sembol'ü olan 3 tane taç bulunmakta.  Nobel ödüllerini son yıllarda politik bulduğum için müze'ye gitmedim. Nobel müze'si Gamla Stan'da.

SAMİ'LER...


Her ne kadar İsveç savaşlardan olabildiğince uzak durmuş olsada tamamen temiz bir tarih'e sahip değil.  İsveç, Norveç ve Fillandiya'nın kuzeyi sami bölgesi olarak geçiyor. 18.yy'dan itibaren asimile edilmeye başlamışlar. Yaşam alanlarının kısıtlanması, kültürel baskıların yanında 1900'lerde pek çok "Sami" kadını kısırlaştırılmış. 1998 yılında İsveç hükümeti Sami'lerden özür dilemiş.

Sami'ler hakkında daha fazla bilgi için:


 










16 Ağustos 2012 Perşembe

sonsuzluk ve bir an

şuan öyle güzel bir andayım ki tek eksiğim demli bir çay ya da bir tek rakı, biraz peynir..
Aslında Bodrum'da bir koy'da merkeze dönmek için 10 kisiyle birlikte dolmuş bekliyorum. Diğer bekleyenler ne hissediyor bilmiyorum ama "sonsuzluk ve bir gün"ü ben çekecek olsam bu an'ı çekebilirim..

Saatlerce şezlong üstünde hafif güneş'te demlenmişken gölgede dalları yerlere sarkan bir ağaç altına atılmış tahta bir masa ve bir kaç dağınık sandalye.. O an ihtiyacım olan tek şey o sandalye'de oturmak belki kök salmak.. Bir tablo; icinde agaç, sandalye, ben.. Asılmışız bir duvara. Sonsuzluk ve bir gün boyunca..

O kadar güzel bir akşam esintisi var ki rüzgar'ın yönünü tahmin edemiyorum. Sağımdan solumdan beni sarıp sarmalayan hafif ama serin ama üşütmeyen bir esinti.. Zaten agaçlar'ın rüzgar'ın yönünü merak ettiğini hiç sanmıyorum. Nedir bu insanoğlundaki herseyi olçme, tartma, sınıflandırma merakı.. çok mu Agatha Christie okuduk, çok mu Sherlock Holmes izledik.. Ufak bir esintiden uzaktaki kırlangıçların göç yolları hakkında bilgi edinsem, rüzgar'ın kokusundan hangi dağları, denizleri aşmış da gelmiş anlasam ne olacak ki.. Ama merak işte, bir agaç gibi huzur buldugum o an'da kalamıyorum..  

Dolmuşun karanlığı yaran farlarıyla bitsede sonsuzluk ve bir an, yine yollara düşecek de olsam yanıma alıyorum ufak bir parçanı, hafızama kaydettim seni artık hep benimsin :)