19 Temmuz 2011 Salı

yaramaz palyançolar...

kendinle tanışabilmek için ne yapman gerek? Uzak bir ülkeye göç edip herşeye sıfırdan başlamak mı, quantumdu reikiydi kendini ruhsal ticaretin kollarına atmak mı, bilmemkaç sene emek verdiğin evliliğin bir günde bittiğini görmekmi, sen yıllarca emek vermişken bir şirkete yeni gelen güzel kızın müdür olduğunu görmekmi... Neden hep bir bitişin ardından küllerimizden doğmak zorundayız? Hiç kötü bir şey olmadan, herşey yerli yerinde dururken kendimizle tanışabilsek keşke..

Sanırım her şey yerli yerindeyken düzeni bozmaktan korkuyoruz. Hani bu çarkda tıkırında dönüyor, bozarım kurcalarsam korkusu. Halbuki her dönüşte orda takılan bir dişli var, gıcır gıcır sesler geliyor, belki o halde sonuna kadar idare edebilirsin. Ama bir de o dişliyi değiştirsen, çok daha hızlı, güzel rahat dönecek o çark.. Ya bozarsam korkusu işte.. Dokunmaya korkuyoruz. Ne zamanki çark patlıyor, ortalık darma duman.. Başlıyoruz taşları sıfırdan yerine koymaya, en önemliside elimizdeki malzemeyi tanımaya.

Bugün uzak diyarlara göç etmiş bir arkadaşımla buluştum. Kendisiyle yeniden tanışmış, taşlarını yerine koyan.. Bir yere göç etmesek de alışkanlıklarımızı, inançlarımızı, ön yargılarımızı sorgulamamız gerek diye düşünüyorum. Herşeryi yanlış yapıyor olamayacağımız gibi herşeyi doğruda yapıyor olamayız.. Kendine bir bakış atmanın ne zararı olabilir ki...

Tam doğru yanlış yaptıklarımı, kendimi düşünüyordum ki.. Bir arkadaşım oyuncak palyaçosunun kırık ayaklı resmini koymuş. Benimde aynı palyaço serisinden vardı. Tam 9 tane. Yaramaz palyaçolar diyorduk kendilerine çünkü kolları ve ayakları kırılabildiği için çeşitli şekillere sokabiliyordun.. Bazısı koltuğa tırmanıyordu, kimi rafları gözüne kestiriyordu. Evimin neşe kaynağıydılar kendileri. Tek kusurları hediye olmalarıydı. İnsanları hayatından çıkarırken hayatının bir kısmınıda hayatından çıkarman mı gerekiyor? Sonuçta onlar senin palyançoların, seni mutlu ediyorsa sende kalabilir. Zamanında onları hedye etmiş kişinin benim için hala bir önemi yok ama arkadaşımın resmini görünce şu an o palyançoların benim raflarımda duruyor olmalarını istedim.Yanlış yaptıklarım listesine gereksiz gururu ekliyorum bu akşam itibariyle...

3 Temmuz 2011 Pazar

öylesine bir pazar...

Mutlu olmak için neye ihtiyacın var? Evdi, arabaydı koydun bir kenara farzet. Mesela bankada milyon dolarların varmış, şu oturduğun "an" da belki de bu yazıyı okuduğun "an" da mutlu olmak için neye ihtiyacın var? Paracıklarını kıçının altına yastık yapamayacağına göre rahat bir koltuğa hatta yere attığın bir tanecik mindere
 ihtiyacın var. Tabi bir tanede sırtına, ettimi sana iki minder. Sonra şu an oturduğun yerini rahatlığını hissedebilecek bir zihne ihtiyacın var. Zihnini binbir çeşit düşünceler, kendine güvensizlikler, kavgalar, hinlikler ve daha nice geçici şeylerden sıyırıp buraya getirebilecekmisin? Yarın ya da akşam ya da beş sene sonra ne yapacağını düşünmeden sadece şu oturduğun minderin rahatlığını hissedebilecekmisin? Bence zihninin yükünü hafifletmeye yardımcı olsun diye bi şarap açsan olur. Şöyle tatlılarından,hem ağzın tatlansın.. Birde ışığa ihtiyacın var, yakıcı olmayan, ama etrafını tamamen aydınlatan bir ışık.. Tatlı bir akşam güneşi batıyor olsun bir yerlerde, sen batışını görmesende yumuşak ışığından anlarsın günün bitmekde olduğunu. Mademki bu günde bitiyor, güle güle demeli kadehimi kaldırıp. Bir de müzik olsa, neşeli bir melodi. hafif bir esinti ve hafif bir müzik kadar iyi bir ikili tanımıyorum. Kafanı kaldırıp bakabildiğin en uzak noktaya bakarsın, orada uzakta bir köy olduğu için değil, keşfetmek için değil, öylesine. Her şeyin bir amacı olmak zorunda mı? ben öylesine yaptığım şeyleri seviyorum.. Öylesine bir arkadaşımı aramak, tanıdığım birine komik bir mesaj atmak, annemi öylesine aramak bir sesini duymak, öylesine tanımadığım birine günaydın demek ya da öylesine sokağa çıkıp yürümek.. Hep bir amacımız olması gerektiğini kim öğretti bize? Bir amacın olursa iyi haber eninde sonunda onu elde edersin, kötü haber tadını bile çıkaramazsın çünkü yeni bir amaç bulman gerekir. Hayatımın sonuna kadar bir amaçdan diğerine koşmak istemiyorum. Şarabım müziğim esintim olsun, önümde hep ufuk çizgisini görebileyim, birde sevdiklerim yakınımda olsun çünkü huzuru bile paylaşmak gerekir :) iyi pazarlar...