18 Temmuz 2017 Salı

Donusum

Bugun benim veda gunum... temmuz ortasinda sakir sakir yagmur yagiyor ve ben icten ve sessiz bir veda halindeyim.

son iki senede hayatimdaki butun taslar yerinden oynarken her kaldirdigim tasin altinda unuttugum bir parcami buldum. Yolculugumun son asamasinda yemyesil pastoral bir vadideydim,  insan kendi kendine kalinca kendine dair ne cok sey hatirliyormus, sevinclerim, uzuntulerim, hayatta benim icin onemli olan asil degerler, en basarili, mutlu hissettigim anlar... Anilari bir bir ayiklarken kendimi sinirsiz, sonsuz, herseyi yapabilir hissettgim anlari buldum. Onlara tutundum, beni ateslerden yurutmelerine, sularda sogutmalarina, sevgiyle sarmalarina izin verdim.

Insan kendinin icindeki en iyi hali hatirlayinca donustugun sen sana az geliyor.
Hayatimda yapmam gereken donusume artik gozlerimi kapayamam. Bahaneler bulamam, konfor alanima saklanamam. Cok uzun yillardir ayni isyerinde calisiyorum ve hep buradan emekli olacagimi dusundum. Kendi firmammis gibi sahiplendim, yanimdaki insanlar dostum oldu, isyeri evim oldu. Insan kalbini ortaya koyunca cok garip baglarla bagliyor kendini. Bir yandan hep bir mucadele icinde oldum bir yandan cok baglandim. Aglamak istedigim zamanlar gokyuzununde benimle beraber agladigina inanirdim, bugunde oyle bir gun. icimdeki aglama istegi cok tatli bir veda...

Isten ayrilmiyorum, yeni bir is kurmadim, herhangi bir is dusunmedim, bir adim atmadim.. Aslinda tam su anda fiziksel olarak olan birsey yok ama benim hayatimin akisiyla ilgili "niyet"im degisti. Kendimi bir sene sonra hayal ettigim yer degisti. Gunun birinde isten ayrilirmiyim bilmiyorum ama ayrilirsam o gun benim veda gunum olmayacak.

Benim veda gunum bugun... Kalbimdeki ve kafamdaki butun baglantilarin kopup, yeni baglantilar kurdugum, "niyet"imin degistigi, kendime kendimin en iyisini soz verdigim, burukluk ve bilinmezligin verdigi heyecani ayni anda hissettigim, kendi tarihimde hatirlamam gereken bir gun...

sevgiyle baglandigimiz seyler, sonlar ve baslangiclar icin

29 Şubat 2016 Pazartesi

Yine Yeni yeniden



Fırtınalı bir gün sonrası durgun deniz modundayım... Hey benim paşa gönlüm... Aynaya baktım bu sabah ve karşımdaki kadını çok sevdim... Ne günler gördük biz seninle biraz dert, biraz keder... Insanin önce kendini sevmesi gerektiğini hepimiz biliriz ama bunun ne kadar zor olduğunu bilmeyiz...

Hep daha iyi, daha doğru, daha güzel, daha haklı olmaya kosullanmışken bir bakarsın kendini sadce eleştirmişsin. Çuvaldızı önce kendimize batıra batıra kevgire dönmüşüz. Kendimizi eleştirmek yetmez birde etrafımızdakilere sorarız, mesela "benim en cok neyimi seviyorsun?". Ben baktım aynaya göremedim sen belki söylersin neyimi seveyim? Etrafa "çok kilo aldım" diyen 50 kilo kadınlar gibi ne yapsak yetmez bize. Beğenemeyiz kendimizi. Anam bacim yapmayin kuzum bunu kendinize. Vallahi de güzelsiniz billahi de

Bir keresinde erkek arkadaşımla tango kursuna gitmiştik, benimle öğrenemiyor diye başkasıyla dans etmişti. Aman diyeyim bunları da yapmayın kuzum... Bırakın en iyi dans eden olmayıverin ama sevdiginizle anin tadini cikarin.. Bu sevdiginiz kendiniz de olabilirsiniz. Kendinizi bir kosede birakmayin.. Alin en on siraya, tutun elinden, gulumseyin gozlerinin icine bakarak...Bunca zaman yok yere yandigima yanarim...

Amaaaaannnnnnnn..... Su icerek nazan oncel kafasina geldim valla

Mis gibi gunesli hava ben keyfim kahyasi ve muzik. Su yeteneksizlikle bu muzik sevgisi. Bugun gordugum butun aynalara donup donup baktim, ne guzelmisim be... Gozlerimin ici guluyor, parliyorum falan bence. Peki kendimi neden seviyorum?  Siyah bana yakisiyor onu seviyorum, sacim kahverengi onu seviyorum, dalgalarimi aralardaki buklelerimi seviyorum, ellerim kucuk onu seviyorum, burumun genis deliklerini seviyorum, sevgi doluyum onu seviyorum, baya baya akilliyimdir onu seviyorum, kaşımın keanrındaki aksiligi seviyorum.. Kendini sevmeye bahane mi yok... Yarın da kırmızı yakışır onu severim, saçlarımdaki beyazları severim...

Hep bir alcakgonullu olma sevdasi. Kendime karsi mutevazi olamayacagim artik. Siz de olmayın/ Yaniliyor olsamda buna memnun olabilirim. Suursuz insan
kayniyor ulke zaten bir tek biz farkindalik abidesi. Acayip tiplerin bile kendini adam sandigi ulkede bir silkinip kendimize gelelim be ya...



7 Kasım 2015 Cumartesi

The road not Taken

The road not taken... 

I took the one less traveled by,
And that has made all the diffirence- ROBERT FROST

Bu şiir'le lise'de bir ders kitabında tanıştım. O kadar etkilenmiştim ki... 13-14 yaşlarında önünde kocaman bir hayat olan ve bununla nasıl başa çıkması gerektiğini bilmeyen bir çocuk için duyduğu sözler, okuduğu kitaplar, dinlediği şarkılar... Hepsi ilham kaynağı olabiliyormuş. 

Yıllarca kime ait olduğunu bilmeden aklımda kalan ana fikri kendimce tekrarladım durdum... Aklımda hep daha az gidilmiş yoldan gitmem gerektiği kaldı. Ne zaman bir seçim yapmam gerekse hep daha ilginç bulduğumu seçtim. Anadolu lisesinde okuduğum halde dil okumayı seçmem. Dil okurken İngilizce yerine İtalyanca'yı seçmem, tenis yerine Dağcılık, Yamaç paraşütü'nü seçmem, emekli olunca değil çalışmaya başlamadan gezmeliyim deyip aylarca uzakdoğuyu dolaşmam... 

Seçimlerimi yaparken bana hep "çok olanı" değil "az olanı" tercih et dedirten bir iç sese dönüşen bir şiir... Üniversite yıllarında tesadüfen tekrar karşıma çıktı, Robert 
Frost yazmış. Seçimlerimden mutlu mesut kendisine bana cesaret verdiği için teşekkür ettim.

Hayat ilerledikçe seçtiğim farklı yollar beni farklı bir yere çıkarmadı. Alçak Frost... Anadolu lisesinde okuyan iyi bir MF'ci olup İTÜ tekstil'i seçseydim de şu an ki işimi yapıyor olacaktım. Tenis oynasaydım şu an en azından hala haftada bir gidebilirdim ama dağcılık ve yamaçparaşütü sadece bir anı...Seçtiğim patikalar herkesin olduğu anayola çıkınca kendisinin benim için bir şiir daha yazmış olduğunu farkettim. "The wall"... 

Ama asıl vurucu darbe çok sonra geldi... Hiç beklemediğim bir anda... Aniden... 

Sanırım patikalar ana yola çıkınca Frost'a küsmüştüm ki bir daha şiiri ne hatırladım ne okudum. Saçmasapan bir an'da bir resmim altında "The road not Taken" yazıyordu...Gerçi gayet herkesin yürüdüğü artık aşınmış bir yoldu ama eskiden düşlediğim bütün o patika yollar geldi aklıma. Şiir'i tekrar okudum...

Bu sefer bir farklı geldi... Daha önce o kadar inançla okuduğum cümleler bana başka Şeyler söylüyor olamazdı.. Yok daha neler... İki patika'da aynı oranda mı yürünmüş... 

Yorumları açtım... Okudum... Şiiri bir daha okudum... Sonra yorumları...

Bir seyyah iki yolun birleştiği yerde duruyor, ama iki yolda aynı oranda yürünmüş. Yani iki patika'da aynı. Romantik bir ağaçların arasına gizlenmiş daha az gidilmiş bir yol hayali yok. Ama adam yıllar sonra kendi yolunun farklı olduğunu idealize ediyor. 

Daha az yapılanı yap, daha az gidilen yoldan git farklı sonuçların olsun dememiş kimse. Hadi gül gibi Anadolu lisesinde MF'yi seçmedin bari İngiliz dili edebiyat'ı okusaydın ya... Şiiri derste falan işlerdiniz daha önce uyanırdın. Zaten naparsam yapayım anayola çıktığımı farkettim de baştan beri anayoldan gitseydim yoldaki bonusları toplardım belki. 

Zaten seçim yaptığını sanmak delilik... Özgür irademiz olduğuna inandırılıyoruz. Ama seçerken ne geçmişteki deneyimlerinden özgürleşebiliyorsun ne de sonucunda ne olacağını biliyorsun.  Hani belki adam öldürürsen sonucunda hapse gireceğini bildiğin için kısmen seçim sayılabilir.. Yoksa ne olacağını bilmeden nasıl seçmiş olabilirsin ki? 

En iyi bildiğimizi sandığımız şeyleri aslında ne kadar da bilmiyoruz...

23 Ağustos 2015 Pazar

Tufan...

Ağustos ayında olabiliriz... Hatta hafta sonu denize mi gitsem hayalleri kuruyor olabiliriz.. Ama hayat neydi? Biz planlar yaparken oyun bozan olandı... Olmazzz Hayırrrr senin değil benim planım olacakkkk!!!

Hayat, kaprisli bi kadınmıdır nedir? Orta'da anlaşsak? Biraz senin, biraz benim?

Tabi hayatım anlaşmazmıyız, ben aslında hep seni düşünüyorum... Mesela senin, tam iş yerine geldiğinde asansörün zemin katta olması dileğin gerçekleşsin... Gerisi benim istediğim gibi olsun... 

Mesela bu hafta sonu Ağustos ortası demeyeyim, yağmur yağsın ki denize gideme...  

Ay sende ne vızırdadın hafta içi günlük güneşlikken sen plan yaptığında bi yağmur yağdı diye! Ben seni düşünüyorum, ıslanıcam diye o kadar gidip biç'lere para verme ben seni Karaköy'de ıslatırım... O da su, o da su... Iki gram tuzu eksik diye mi onca kapris?

Sabah kasvetli bir havaya uyandık İstanbul'da... Hani yağdı yapacak kapalı olanlardan... Dedim oh biraz gölgede takılırız serin serin... Pazar kahvaltısına giderken bir iki damla düştü üstüme... Dedim ne güzel serin serin... Tam oturmuştum ki....
Bardaktan boşanırcasına bir Yağmur... 

Herhalde Nuh Tufan'ının ilk saatleri de çok eğlencelidir... Mağaramızın önünde ne güzel ince ince yağıyor değil mi sevgilim... 

Sonrası Tufan... 


25 Temmuz 2015 Cumartesi

Likör karınca kahve

Hersene oldugu gibi likör yapmak isteyen masum şehirli ve arkadaşı fişneleri almışlardı ama arkadaş kendisine likör yapacak şişe almamıştı. Masum şehirli gel beraber bre berber benim şişede yapalım ikisini de sonra böleriz dedi...

Fişneleri şişeye tıka basa yerleştirdiklerinde herşeyden habersiz çok mutluydular...esas kızımızın likörü ara ara karıştırması gerekiyordu ama tıkabasa dolu şişeyi her sallamaya kalktığında biraz likör sızıyordu. Bu arada "Tukabasa Tıkabasa" ne güzel bi suşi lokantası olur diye düşündü güzel kız. Şimdi esas kız dedik ya güzel olacak tabi ki...

Kız şişeyi karıştırdıkça ışık yılı uzaktaki bir gezegende yaşayan karınca ailesi şişeden sızan likörün misk kokusunu aldı. Evet liköre misk bile koymuştum :) Misk kokusundan deliye dönen karınca padişahı tüm ülkesini yollara düşürdü. Yolculukları tam bir ay sürdü... Bir ay boyunca girmedikleri mutfak, deşmedikleri kiler kalmamıştı... Misk kokusunu takip ede ede sonunda bir kulenin tepesinde güzel bir balkona ulaştılar.

Güzel kızın arkadaşına bir şişe al bölelim şu likörü dediğinin birinci ayında işten eve geldi ve....

Artık karınca padişahı ve ailesi onun balkonuna taşınmıştı. Hadi bir tek çekirdek aile gelmiş olsa kız onlara iyi davranır balkonda hergün beslerdi bile ama 7000 sülalesini de yanında getirmişti! O kadar çok karıncayı bir arada görünce bir kapatıp açmak gerekti kızı. Sonra likörünü paylaşmamaya karar verdi ve...

Bu kısım +18 şiddet sahneleri içeriyor...

Başladı karıncaları önce suyla boğmaya... Sonra bir devin resmini gösterdi sizi ezer diye tehdit etti... Olmadı devi arayıp Kadir inanır ses tonuyla "kaybolun uleyynnnn! demesini isteyecekti ki karıncalar kayboldu...

En azından o öyle sandı... Ta ki çok iyi kalpli bir sivrisinek onun bütün kanını emip uyandırıncaya kadar... Biraz daha su içip kan yaparak sivrisinek dostunu beslemek için mutfağa gitmişti ki....

7000 karınca başlarında Mahmut Tuncer mutfak tezgahında halay çekiyor! Daha sabah öldürmüştüm sizi... Daha helva yiyeceğidik dediyse de dinlemediler... O zaman dans dediler...

Son çare annemizin çamaşır suyunu üzerlerine döküp, karete kit'ten öğrendiğim yıka parlat taktiğiyle karıncaların kabasını aldım. Kalan sülalerinin soyuna nasıl kibrit suyu dökerim diye düşünürken evreka! Yok Google... Ben Arama motoru yapsam adını evreka koyardım aslında. Ulu Google bunlar dedi kahve dedi hiç sevmez dedi al dedi git dedi sen şunu balkona dök dedi...

Kaptım Halis Türk kahvesini balkona vuduu büyüsü yapmaya.. Filmlerden ne gördüysem artık yuvarlaklar üçgenler falan balkona bir şekil yaptım. Sonra tabi bilinç altı fora izleyemediğim tüm korku filmi jenerikleri geçti kafamdan derken sen elektrikler çat diye git... Ya bir kere de teker teker gelin... Hemen bir çakma korku filmi modu... Revenge of The ants turkish stayla...

O değil de komşu balkonlara şeker döksem benden giderler mi acaba? Ne cani ne pismişim ben...

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Selective attention


Kas yaparken göz çıkartmak... Nereden çıkıyor bu atasözleri? Ilk söyleyen adamları bulup bir sormak istiyorum ne yaşadın be kardeşim diye... Eski Türklerde Kaş yapmak bir atasporuymuş.. Gözünü çıkartan da şampiyon olurmuş... İşte o zaman şampiyon benim! Vuhuuu!!! hep birşeyi çok iyi yapıyor olduğumu biliyordum. Sonunda buldum! Kaş yaparken göz çıkarmak! İşte bu...

Şimdi bir bilgi varsa paylaşmak gerek. O yüzden know how'ımı sizinle paylaşayım. Öncelikle iyi niyet gerekiyor. Yoksa zaten Kaş yapıyor olmazsınız. Tüm iyi niyetinizle bir işe başlayasınız ki bir noktada istemsiz bir şekilde karşınızdaki insanın hassas bir noktasına ki burada bu göz oluyor, ani bir hareketle kalemi batırasınız. Sonra zaten karşıdaki can havliyle kaçarken elinizdeki kalemi sallaya sallaya ama Kaş... iyi olurdu belki...

Işte bunlar hep iletişimsizlik ama bizde haklıyız. Evrim hiç birimize çevremizdeki verileri tam olarak anlama yetisi vermemiş. Tüm bilgilerimizi geçmiş deneyim ve o anki ruh halimize uygun uyaranları algılayıp, diğerlerini görmezden yaşıyoruz. Çevrenizde var olan verilerin ne kadarını gözmezden geldiğimizi bir deneyde izledim. izleyicilere birbirine pas atan iki gruptan beyaz olanların pas sayısını sayma görevi veriliyor. Siz sayarken ortadan bir goril geçiyor ve insanlar bunu farketmiyor!Bir başka deneyde deneklere bir form veriliyor formu veren adam arada değiştiği halde insanlar burunlarının ucunu bile farketmiyor. O kadar kendi dünyamızla sınırlıyız ki... Acaba neleri kaçıriyoruz?

bu kadar çok veri olunca beyinde haklı bi yerde. Kendisinin ana görevi sizi hayatta tutmak. Hayatınızın nasıl oldugu onu ilgilendirmiyor. Herşeyi sadelestirmek üzerine kurulu sistem. Mesela bir insanla tanıştın, yeni bir yere gittin, beyin iki dakikada onu Arşivdeki en yakın  grubunun içine atıyor. Kalk şimdi yeni dosya aç falan zor işler bunlar. Ya ne var bi kere de usenme aç bi yeni dosya... iki kaşık daha yemek yer yeni nöron bağlantılarını da yaşatırım iş mi... Yok dinlemiyor... Bin Yıllık evrim sonuçta... sen daha iyi bilirsin napalım...

Ne kadar cok konusmak istersem konuşmak o kadar gereksiz  geliyor... özelliklede bir şey anlamak ve anlatmak istiyorsanız, Nasılsa herkes sadece önceden düşündüğü fikir doğrultusunda verileri algılayacak. O zaman bırakalım istediklerini dusunsunler...









29 Haziran 2015 Pazartesi

kapak kolleksiyonum


Yaradanın boş vaktine gelmiş derler ya bazı insanlar için, ben de şakacı bir an'ına denk gelmişim galiba… Ya da proto olarak yaratmış beni. Yukarıdan bakıp bakıp; şimdi başına iki tuğla düşüreyim, simdi de bir tahta atayım,  sevdiği birilerini alsam dayanırmı ki, hasta mı olsa... Yok ya hasta hasta oynanmıyor. ... Hadi çok aşık olsunlar bir burnu sürtsün. Yazık çok üzüldü galiba... Bir iki gezdireyim hava alsın açılsın, o kadar da hayattan soğumasın, daha oynayacağız.. Gezdireyim dedim ama rahata alışır şimdi hadi bir bıçak çeksinler .. Adrenalin iyidir... Adamı genç tutar. Genç mi kalmak istiyorsunuz hemen hayat çizginize iki çentik attırıyorsunuz

Şu düz hayat çizgileri nerede yaptırılıyor kuzum? Aynısından bende istiyorum.  Sıkıcı olsun benim olsun. Nasılsa birşeye heveslenme cesaretim bile kalmadı sonunda. Benim kadar dik, dediği dedik, burnundan kıl aldırmayan birinin bile burnuna bu kadar vurursan "sen bilirsin hayatım, ben bir plan yapmıyorum sana bıraktım" der bir yerden sonra. Elimde ocak ayında alınmış tatil biletleri.. 11 Eylul'de NY'a almışım. Şaka gibi 365 günde gün kalmamış gibi 11 Eylül! İstemiyorum.. Birisi yapsın planı ben giderim ama ben hiçbirşeye kalkışmak istemiyorum. Yıllarca direndim tam ipleri bırakasım var da nereye bırakıyorum? Ev dağınık zaten orta yere bıraksam bir iki güne dolanır kalırım.. Akışına bırakalım en iyisi...

 Benden mantığı  alırsan geriye ne kalır ki? Yıllardır arka fonda bır bır konuşan back vokal’imi kaybettim. Eve gidiyorum sessizlik, yürüyüş yapıyorum sessizlik, insanlarla konuşuyorum sessizlik.. Mantık olmayınca kalbin sesini dinleyip yüreğinin götürdüğü yere falan gitmen gerekiyor sanırım ama kendisini bunca sene görmezden geldiğim için bana küsmüş olabilir.

 Yeni tanıştığım insanlar beni nasıl tanıyor merak ediyorum zira ben kendimi tanıyamıyorum  artık.. Arkadaşım tutturdu beni kişisel gelişim şeysine yazdıracakmış zorla. Oysaki gayet iyiyim bence. Evrimimi tamamlamışımdır belki.

 Bana muzik gerekli..Şu an hemen simdi içinde bulunduğum ruh halini anlatacak bir şarkı olmali.. Kesin birileri benden iyi anlatmıştır... Her ruh halıne uygun bır sarkı vardır her zaman Bulamayınca insanlara akıllarına gelen şarkıyı sordum ve Evreka!  Jane Birkin'i oldum olası severim.

Şarkıyı sorarken aklıma eskiden  oynadığım bir oyun geldi. Herhangi bir kitabın bir sayfasını açıp orada yazanı yazıyı yol gösterici kabul etmek. Hemen Kitaplığa gittim. "Böyle buyurdu zerdüşt" sayfa 226...

"Kişi kendini sevmeyi, sağ ve salim bir sevgiyle sevmeyi öğrenmelidir. Kendine katlanabilsin, sağda solda sürtmesin diye"

"insanı açığa çıkarmak güçtür, hele kendi kendini açığa çıkarmak daha güçtür; can üstüne sık sık yalan söyler ruh. Böyle gerektirir ağırlığın ruhu"

Evren'den Pınar'a bir kapak daha... Bu da bana ders olsun

"living in limbo, load up the wagon
next stop is somewhere where something will happen
oh packing, unpacking, sleep in a bubble
if things are changing the difference is subtle"