24 Ekim 2014 Cuma

Bir Çöl Masalı...Sina Çölü...


 Bir iki adim sora bir masalin icine girecegimizi bilmeden karanliga baktik bedeviler esyalari indirirken..
 
Istanbuldayken hadi gidelim dedigimizde aklimdan ne geciyordu, ne dusunuyordum bilmiyorum... Dogru duzgun tek bir sey arastirmadan, tek bir resim bakmadan arkadasimin ritim atölyesiyle beraber Sina Çölu'ne giden bir yolculuğa dahil oldum.  Kumları yara yara ilerleyen jipden karanlığın ortasında bir müzik vaha'sına ulaştık. Araba'nın yanından ayrııp kanyon'un içine dogru ilerleyince bizi binbir gece masallarindan bir sahne karşıladı.
 
Kumdan tepeler ve kumdan tepelerin ortasında daralan bir kanyon'a dogru ilerledik. Kanyondaki oyukların içinde mumlar yanıyor ve yıllarca ruzgarin asindirdigi oyukların herbiri essiz birer heykele donuşüyor. Iceride daha once hic duymadigim guzellikle bir muzik, darbuka, Ney, Tar ve Ud'dan olusan acayip bir ses armonisi. Kayalarin ustunde dans eden kizlar. Birisi beni cimdiklesin, evet ben su an buradayim... Sina colunun ortasinda bir masal sahnesinin icinde, kendi yolculugumun baslangicinda...
 
Hepimiz muzik ve atmosferden buyulenmisken kızlardan bir tanesi ates dansi yapmaya basladi. Bunca yıl gezdigim onca masalsı yerde yaşanmış onca hayat geldi aklıma. Angkor wat'ın taş duvarlarındaki apsara'lara bakıp yaşadıkları hayatı, danslarını hayal etmeye calıştıgımı hatırlıyorum ve yıllar sonra bir gun o sahnelerden birinin icine giriyorum. Hayatımızdan teknolojiyi cıkarsak ve dogal akışımızda yaşasak olacak şey bu demekki... O kadar da evrimleşmedik belki de... Binlerce yıl once ve binlerce yıl sonra teknoloji'nin olmadigi ilk an da insanlar ateş yakıyor, etrafında toplanıyor,  muzik yapiyor, dans ediyor...
 
Saatler sonra uyku tulumumu alip ates in basindaki kilime kıvrıldım... Ben uykuya dalarken fonda hala darbuka sesleri vardı.

Sabah uyandıgımda cok tatlı bir aydınlık vardı kayalara vuran. Uzunca bir sure karsimdaki kayayi izledim ruzgar ve yagmur onu hangi sekle soktuysa tek tek her oyuguna, kovuguna hayran kalarak. Sonra kalktik biraz iceri dogru yuruyelim dedik, biraz yuruyunce gene vadinin daralan bir noktasina geldik, sabah erken olmasina ragmen birisi kayanin birine cikmis gene hayatimda duymadigim bir darbuka solosu atiyordu. Vadinin icinde oylesine bir eko var ki karsi kayadan daha ince ses lerde yankisi geliyor. Ilk basta solo oldugunu anlamadim, karsiki kayada kim caliyor diye bakiyorum. Calan kyotoymus, iki sene turkiye'de yasamis bir japon muzisyen. Ellerine saglik Kyoto...


 
Su an busatirlari yazarken Eslam, buradaki yetenekli muzisyenlerin bir baskasi, arkada Tar caliyor. Daha once hic dinlememistim ama biraz melankolik yapiyor beni, cok acikli bir ask hikayesi gibi... Cok sakin, cok derinden, cok gormus gecirmis. Eslam herkesin bir muzik aletine benzedigini soyledi. Ben kemenceymisim ama bana kenenceymisim gibi gelmiyor acikcasi. Ne olabilir diye dusunuyorum ama oyle kendimi cok yakin hissettigim bir muzik aleti de yok benim.

Kumda yürümek ne kadar da güzel bir duyguymus Ayagının altında yumusacık sıcacık kumlarda upuzun yuruyusler yapmak Ayagına bir tek çakıl taşı takılmadan yeryüzünün içine gömülürcesine bata çıka kayaların içinde uyumak üstünde dinlenmek

Hersey tek bir gun gibiydi... Saat ve gunlere boldugumuz hayatimizda aslinda zamansiz olan tek bir an, tek bir zaman dilimlik bir gun... Uyuyup uyanıp debevılerın hazırladıgı harika tahinlı yemeklerı yıyıp darbuka calıp muzik dınleyerek gecek upuzun kocaman bır gun 

hazir ufaktan darbuka calmaya baslamışken..  Kapanışı şununla yapmak istiyorum dum tak dum tak ko ko ka dum ka dum ka ko ko ka dum dum dum

1 Ocak 2014 Çarşamba

Mending wall

Before I built a wall I'd ask to know 
What I was walling in or walling out 
And to whom I was like to give offense

a good fence makes good neighbours"

Something there is that doesn’t love a wall...

 
"mending wall" diye bir Robert Frost şiirine denk geldim... Şiir yanyana bahçesi olan iki komşunun arasındaki duvarı anlatıyor. Bahçelerinde asla birbirinin sınırını geçemeyecek iki ağaçtan başka birşeyleri olmamasına rağmen yaz geldiğinde, kışın yıprattığı duvarı tamir etmeleri gerekiyor. Komşulardan bir tanesi duvar yapmadan önce neyi içeride tutmaya yada neyi dışarıda tutmaya çalıştığımızı bilmek isterim diyor diğer komşu bir atasözüyle cevap veriyor "iyi bir duvar, iyi komşular yaratır"

Çok uzun yıllar kale gibi duvarlara sahip olarak yaşadığım için olsa gerek okuyunca etkilendim oturdum yazıyorum. İnsanın duvarları ne kadar kalınsa kendine inancıda o kadar artıyor sanırım.  Sarsılmaz bir özgüven ve kendine inanmak ancak sur gibi duvarlarla mümkün. Eskiden üç kuruşluk hayat tecrübemle çevremdekilere tavsiye veren halim geliyor aklıma.

Duvarlarla yaşamak kolaydır, rahattır, güvenlidir. Zamanla olusan ufak gedikleri bir guzel tikarsiniz, hic kimsede sorgulmaz "neyi dışarıda tutmaya çalışıyorum" diye. Duvar gerekli diye inanmışiz bir kere.

Ben şanslıymışım ki duvarımın içinde 8:0 şiddetinde büyük bir deprem meydana geldi, duvarın silüetinden başka bir şey kalmadı. Savunacak sarsılmaz bir doğrunuz yoksa ve birazcık ikilemde kalırsanız insanlar hemen bunun kokusunu alıyor. Duvarın olmadan senin bütün kusur, korku ve endişelerini o kadar çabuk ele veriyorsunki tek çare samimi ve içten olmak kalıyor. Ne kadar içten olmaya çalışırsan çalış karşındaki insanın duvarları varsa sarsılmaz kendi doğrusuna ve kendi senaryosunu benimsiyor. Çözemediğim, beni üzen birşey olursada puf diye yok oluyorum. Sanki hiç olmamışım gibi, ufak bir zaman atlaması...

Sanırım yazının sonunu toparlayamadım bu sefer, zaten eğlencelide olmadı... Yeniyılın ilk günü daha neşeli şeyler yazmak isterdim ama tatilden eve geldim kombi çalışmıyor, burası Antalya değilki buz gibi inşanda neşe kalmıyor. Hem galiba 2013ten kapamam gereken bir iki defter var... Bir iki güne yazıyı editleyip bişiler yaparım. Robert Frost şiirimi naptın diye mezarında dört dönüp rüyama girmeden kapatayım... Something there is that doesn't love a wall... End of story... PUF...