6 Şubat 2011 Pazar

Beyaz sokaklar demek isterdim ama yağmıyor işte kar...

Bu seferde soğuk ama güneşli bir gündü.. Bu sene her nasılsa güneş üzerimizden eksik olmadı, tam hava soğudu derken yalancı bahar gene geldi. Bu sabah güneşe rağmen yanaklarımı kesen soğuğu hissedince kar yağmasını ne kadar özlediğimi fark ettim. 

Antalya'da büyümüş birisi için kar büyülü bir masaldır, içinde karlar kraliçesinin, gölde buz pateniyle kayan çocukların olduğu bir masal. Kar sadece uzaktaki dağlara yağar, antalya'nın sokaklarını bir tek yağmur yıkar. İstanbul'a geldiğim ilk kış her kar yağdığında mutlaka sokağa çıkıp lapa lapa, ince ince ya da şiddetle yağan kar altında yürürdüm ama karla asıl tanışmam dağcılık kulübüne girmemle oldu.

Şehrin kirini pasını bile örten güzelim kar tanelerinin doğada neler yapabileceğini siz hayal edin. Herhangi bir dağı, kaya parçasını, ağacı birden dünyanın 8. harikasına çevirebilir kar. Akşam iliklerine kadar donduğun bir kampın sabahında sıcacık bir güneş uyandırırsa seni, atarsın hemen matları karın üstüne, mesela Bolkar'da göl kenarındasın, bir su kaynatırsın ocağında, ağzın kulaklarında.. Tadına doyum olmaz o çayın.. Termosuna doldurursun sıcak suyu, içine "tang" atarsın.. Aslında iğrenç bir karışımdır tang ve sıcak su.. Gel gör ki bir tutam kar attığın zaman termosa.. Kar erirken dikersin kafaya termosu, işte o zaman "tang" olur sana nektar..

Ya da metrelerce karın üstünde saatlerdir yürürken güneş açarsa birden.. Unutursun akşam saçına, sakalına aklar düşüren soğuğu bir anda. Karda yürümenin en güzel tarafı bence ayaklarının altında duyduğun ezilen karın sesidir. Her adım attığında bir parça kar ezilir, bir parça sen batarsın. Kar ve sen belirli bir noktada dengelenirsiniz ve ancak o zaman ikinci adımını atabilirsin. Bir yandan önündeki arkadaşının açtığı adımları takip edersin, aynı karı eze eze ilerlersiniz, diğer taraftan arkandaki arkadaşına düzgün bir iz bırakman gerekir diye özenle atarsın adımını.. her adımda arkandan gelenleri düşünerek ve önünde yürüyen arkadaşının izinde.. 

Mesela Hasan dağındasın, kar buz tutmuş kramponla vura vura karlara zar zor çıkmışsın tepeye,üşümüşsün, yorulmuşsun, sıkılmışsın sonra güneş açmış.. Çıkarken seni yoran kar güneşi görünce yumuşamış, meğer bütün zoru bizeymiş.. Etrafta ne bir kaya kalmış karla örtülmemiş ne de bir taş.. Önünde sadece güzel bir eğim. Alırsın o zaman matları altına, ikişer kişi binmek gerek mat'a.. Öndeki dümeni tutacak matın kıvrılan ucuyla, arkadaki fren.. Saatlerce çıktığın yeri kaya kaya yarım saatte inersin.. Çocuklar gibi şendik ya da çocuktuk da ondan şendik.. kim bilir..

İstanbul'un bir sabah vakti asfalt sokaklarında yürürken, ne önümden iz açan ne arkamdan yürüyenler varken, araba seslerinden adımlarımın sesini bile duyamazken yanaklarımı kesen kar soğuğuyla beraber içimi ısıtan güneş.. Kar yağmasını ya da kar da yürümeyi ne kadar da özlemişim..






















Önümden iz açan Caner ve Yankı'ya... Beraber iz açtığım, benken biz olduğumuz, karlı dağları benim kadar özleyen YTUDAK'lılara gelsin...



Hiç yorum yok: