11 Ocak 2011 Salı

Zaman tünelinde yolculuk..Bratislava.. Prag..

Ben kış tatillerini severim.. Eğer denize girmeyeceksen yazın sıcağında, okullar tatil olmuşken ve şehrin asıl sahipleri bile tatile gitmişken japon turistlerle beraber gezmeye ne gerek var. Prag'a da soguk bir şubat günü gitmiştim.

Bir de ucuz ve kendi planladığım tatilleri severim.. Alışkanlık galiba. Backpacker modundan çıkıp şimdilik sırt çantamı rafa kaldırmış olsamda google'ın bana ilk tavsiye ettiği otel, uçak ve rota yerine  kendi araştırdığım şekilde geziyorum hala.

Prag için verilen klasik rota prag'a uçmaktır tabiki. Bence, önce civar şehirlere de bakarak en ucuz uçak bileti bulduğun şehirden başlamak gerek gezilere. Skyeurope'dan Bratislava'ya buldugumuz sudan ucuz uçak biletiyle bir Şubat ayında başladık bizde gezimize..


Bratislava...
Bratislava denince ilk akla gelen Hostel filmi oluyor nedense, ama İstanbul denince'de yabancıların aklına ilk "Gece Yarısı Ekspresi"  geldiğini varsayarak, hostellerden korkmadık. Zaten çok küçük bir şehir ve hosteller genelde birbirlerine yakın. ana cadde olan "Obchodná" üstünde. Küçük ve şirin bir hostel olan vegas hostelde kaldık.www.vegashostel.sk/en/

Bratislava geziye başlamak için çok merkezi bir nokta çünkü pek çok şehre trenle kolayca ulaşabiliyorsun. Bratislava'dan trenle Viyana 64 km/ 1saat, Budapeşte 250km/ 2saat 20dk ve Prag 320km/3 saat 47dk. Aynı zamanda Çek cumhuriyetiyle yolarini 1993'de ayırmıs genç bir cumhuriyet Slovakya. Ekonomisi özellikle otomotiv sektörüne dayanıyor. Volkswagen, Citroen, Peugeot, Hyundai uretim icin Slovakyayi secen firmalardan, hatta Porsche'un bazi parcalari da burada üretiliyor.

Gezilecek yerlerin başında eski şehir bölgesi geliyor. Mimari olarak daracık sokakları, bitişik nizam apartmanlarıyla diğer doğu avrupa ve İtalya şehirlerini andırsa da henüz turist akınına uğramadığı için ıssız sokaklar ve boş kafeler karşıladı bizi. Boş sokaklarda yürümeyi oldum olası sevdiğim için Bratislava'nın benim için en cazip tarafı turistler'in olmaması. Şirin eski sehir kismini gezerken en çok dikkat çeken şey bir anda karşınıza çıkıveren heykeller ve hikayeleri.. 
Napolyon'un 1805 yılındaki istilasını
hatırlatmak için yapılmış fransız askeri heykeli
 
Cumin isimli heykel eski şehrin inşasını
hatırlatmak için yapılmış.
 



 

















Bir güne sığdırdığımız Bratislava'dan sonra gene bir gün içinde Budapeşte'ye gidip, şehir turu yapan araçlarla gezdiğimiz kentin havasını soluyup sonra gene Bratislava üzerinden asıl rotamız olan Prag'a ulaştık. Sınırları hissetmeden, içinden geldiği gibi o anda karar verip trenle bir şehirden diğer şehre geçebilmek.. İşte seyehat özgürlüğü veya özgür seyehat..

Zaman tüneli.. Prag...

Evet bir klişe'dir masal gibi şehirleri tasvir etmek ama Prag bu klişenin hakkını veriyor. Bazı şehirlerden beklentin yüksek olduğu oranda hayal kırıklığına uğrarsın ama Prag'a giderken beklentilerinizi istediğiniz kadar yükseltin, istediğiniz kadar fotoğrafa bakın genede göreceklerinizin ihtişamı karşısında şaşırırsınız. Sanmıyorum ki şehrin bana verdiği duygu bir fotoğraf karesine sığabilsin..

Eski kent meydanı



Kentin herhangi bir sokağından dolaşmaya başlasanızda sokaklar sizi içine çeker  genede "Eski Kent" merkezi Staromestska, onu kaleye baglayan Charles Köprüsü ve Kale bölgesi (Malostranska) kentin muhakkak görülmesi gereken mekanlarıdır. Staromestska'ya adım atmanızla beraber 600-700 yıl öncesine bir zaman yolculuğu başlar. Kendinizi bohem krallığında pazar yerine giden bir köylü ya da az sonra Charles Bridge'den faytonlu arabasıyla kale'ye geçecek bir düşes'in hayalinin peşi sıra giderken bulursunuz. Eskiden pazar yeri olan kent meydanına ulaştığınızda eski bina ve kiliselerin arasında bir sağa bir sola giderken her saat başı tekrarlanan bir seremoni başlar astronomi saat kulesinin önünde.



Bir iskelet, elinde çan.. Bizlere zamanın akıp gittiğini ve bir saatin daha geçtiğini haber verir. Saatin üstündeki pencerelerden geçen havari kuklaları gülümseten yüzleriyle tepeden bakarlar ve 12.havarinin ardından gelen horoz sesiyle astronomi saati tam 1 saat sürecek olan sessizliğine bürünür.

Saat'in üst kisminda bulunan 4 kukla insanin ne yapmamasi gerektigini anlatir. Elindeki aynayla kendine bakan kendini beğenmişlik, yanındaki elinde altın torbası olan kukla cimrilik, iskelet kuklası yaşama karşı isteksizlik  ve elinde mandolin olan kukla sefahata düşkünlüktür. Ben bunları yapmanın bir sakıncasını göremesemde saati yapan Hanuş usta yapmayın demiş. Bu kadar güzel bir eser yapmanın ödülünü gözlerine mil çektirilerek ödemiş. Kral başka bir yerde aynısını yapamasını istemmemiş, ne diyelim hiç bir iyilik cezasız kalmazmış.






Prag resimlerinin vazgeçilmezi, heykellerle süslü ünlü köprüsü nerede diye merak etmeye basladıysanız eski şehirden kaleye doğru gitmeniz gerekiyor. Vlata nehrinin iki yakasini birleştiren kaleyle şehri bağlayan Charles köprüsü ve gotik mimarinin en önemli eserlerinden sayılan kuleleri gündüzleri sokak ressamları ve her milletten turistle adeta bir panayir alani! Ama köprünün asıl etkisini farketmek için gece geç saatlerde gitmelisiniz. Loş ışıklarla aydınlatılanan kuleler, gölgeleriyle daha da büyük ve ihtişamlı duran heykeller ve tabiki yukaridan size bakan kale. ..


Bir gece vakti köprünün ayağına geldiğimde beni ilk etkileyen yukarıdaki tepeden gotik kuleleriyle bana bakan Prag kalesi oldu, kale gözümün önünde bir "Şato'ya dönüşürken bende Kafka romanında şatoya ulaşmaya çalışan "K" ya dönüştüm. Bu şehir kesinlikle ilham perileriyle dolu olmalıydı ve bende burada yaşasaydim "Şato" yu yazabilirdim. Kim bilir ölümüyle beraber yazıları yok olan kaçc yazar barındırmıştır bu şehir, Kafka yazdıkları bize ölümünden sonra şans eseri ulaşan nice kayıp yazardan sadece bir tanesidir belki.

Aklimda binbir düşünce köprüyü gece geç bir saatte geçerken otel icin harika bir yer secmiş olduğumu farkettim çünkü kaldığımız otel tam da kalenin oradaydı. Hem her akşam köprüyü yürümek ve sessiz büyüsüne eşlik etmek zorunda kaldık hem de bir servet odemeden 400 yillik tarihi bir binada konakladık.http://www.castlesteps.com/index.htm




Assağıdan o kadar ihtişamlı gözüken kale, içine girdiğinizde kısmen de olsa cazibesini yitiriyor. Iç içe geçmis avlulardan, içinde çeşitli sergilerin olduğu galerilerden ana avludaki St.Vitus katedraline ulasiyorsunuz. Charles köprüsünden baıldığında insanı büyüleyen gotik kuleler'de bu kiliseye ait. Kale'deki en ilginç yer ise 15.yy'da kale görevlilerinin konaklaması için yapılmış 11 tane evin olduğu "Golden Lane". Bütün binaların büyük ölçek yapıldığı bir şehirde hobit evlerini andıran küçücük bir sokakla karşılaşmak insanı şaşırtıyor. Sokak dar olunca ve yapılması gereken ev sayısı fazla olunca ortaya şirin mi şirin bir sokak çıkmış. Kafka'da 22 numaralı mavi evde kalmış.
Gezdiğim halde çok etkilenmediğim bir diğer şeyde Kafka müzesi oldu. Yazdığı muhteşem romanlarla yetinmeye karar verdim. Zaten Prag'ı özellikele de akşamları gezmek Kafka'yı anlamaya yetiyor;


El, yapabildiğince sıkı tutar taşı. Olabildiğince uzağa atabilmek için sıkıca kavrar. Yol, işte o kadar uzağa götürür insanı... Franz Kafka

Yollar kısa da olsa uzun da olsa, sonu güzel bir meydana da çıksa daracık sokaklar da kayıp da olsan o kadar uzağa götürür seni.. İster gökdelenlerin yükseldiği modern bir kent olsun, ister budist tapınakların arasında dünyanı şaşır, ister bir peri masalından çıkma kulerle süslenmiş olsun o kadar uzağa götürür ki seni hiç bitmesin istersin. Biteceğini bile bile, sonunda kürkçü dükkanın beklese de seni yürümek gerek bilmediğin sokaklarda. Yabancı bir şehirde soluk almak, dilini bilmediğin insanlar arasında dolaşmak, soğuk bir Prag sabahı yoldan sıcak şarap alıp içini ısıtmak geldiğin mesafeden çok daha uzaklara götürür seni..




Hiç yorum yok: