22 Aralık 2011 Perşembe

kadınlar mesuud etmek için değil mesuuud edilmek için vardır...

Televizyonu hasbel kader her açtığımda ayrı bir şaşkınlık yaşıyorum.. gene bir dizi jeneriği, adam kadına ahkam kesiyor (a'da şapka var ).

" Kadınlar mesud etmek için değil mesuud edilmek için vardır".

Hop kardeşim bi dakka, kim kimi hangi nedenden mesud ediyor diyesim geldi. Şu dizi repliklerini hangi kafayla yazıp bizimle kafa buluyorlar acaba? Bunu yazan kişi sevgilisini, eşini mutlu etmek için neler neler yaptı da engin tecrübesini dizi izleyicileriyle paylaşıyor. Kesin elinde laptop çoookkk önemli bir iş yapıyormuş gibi caka satarken sevgilisine, eşine "çaaaayyy" diye seslenip onu mesud ediyordur. Tabi çok önemli ve yaratıcı bir iş yaptığı için yerinden kalkıp çay koyacak vakti yoktur. Hele "Yeğen"le başlayan bir cümle falan yazmakdaysa değil çayı, isveç masajını hak ediyordur.

 Zaten kadınların bazılarında erkeklerinin yaptığı şeylerden pay çıkartıp mutlu olma eğilimi var ki onu anlayabilmem için kafama tuğla düşmesi gerek. Kocasının yaptığı işi kendi yapıyor sanan insan türü. Asıl soru kendimizi bu kadar başarılı hissetmeye neden ihtiyacımız var? Başarısız olduğumuzu kabullenirsek ne olur acaba? kendimde dahil başarısız olduğunu kabullenebilen, ve bunu dert etmeyen, Halinden memnun ve mutlu sanırım kimseyi tanımadım.

Değil başarısız, insanlar kısa olduklarını bile kabullenemiyorlar! İlla 20cm topuk giyecek, kardeşim sonuçda kısasın işte, istersen sopa tak üstünde yürü özünde kısasın. 40'ına girerken kısa olduğunu kabul edip yıllar sonra ilk defa babet giyen birini tanımıştım. Babet ne rahatmış derken yüzünde oluşan ifadeye bakıp güldüm, ama içimden... Olduğun gibi mutlu olabilmek zor iş...

10 Aralık 2011 Cumartesi

ya birazdan bir anda çok eğlenirsem...


Ne zaman şöyle güzel bir canlı müzik dinleyeyim diyip bilmediğim bir gruba gitsem baltayı taşa vuruyorum. "Burada çıkıyorsa kesin iyidir" "hemde yabancı" gibi şark usulu yöntemlerle grup dinlenmeye gidilmez. Adamlar yapmış youtube'u üşenme aç izle. Nitekim harika bir müzik beklentisiyle gittiğim caz klüp'de incecik sesiyle romantik şarkılar söyleyen bir kızcağız vardı. Fazlaca sıkıldığım zamanlar  mekanlar ve insanlar zihnimde şekil değiştiriyor.. Bir anda bambaşka bir hale bürünüyorlar.. İki şarkı sonra burasıda kafamda şekil değiştirmeye başladı... Bir anda 1950'lere gittim, kızın başına bir şapka, eline kare mikrofon, dabdibidibidupdup diye inceden bir şarkı söylüyor. Herkes makyajını, ceketini, topuklusunu giymiş şarabını eline almış gülümseyerek kafalarını metronom gibi sağa sola sallıyorlar... dabdibidupdupdibi... Benimse elimde bira... Caz klüp beni bünyesinde fazla tutamadı tabiki.

Kendimize gelelim diye bildik bir yere gittik. Oda ne, o gün içeride bir dımtıs havası. Dedim sorun kesin bende. Nereye gitsem bir uyumsuzluk hali. Aslında bazen bu uymsuzluklar hoşuma gidiyor. Hani birisine bir etiket yapıştırırsınız kafanızda, bu kesin ağır abidir, ceketli, sıkıcı, kasıntı... Sonra bir bakarsınız hareketli,sempatik, kareli gömlekli, zıpır birisi. İşte oradaki uyumsuzluğu seviyorum. Birde lost'taki sawyer'ın ufacık tefecik içi dolu turşucuk bir asyalıyla evli olduğunu öğrendiğim an ki uyumsuzluk var. İşte o ağır dumur içeriyordu ama o uyumsuzluğu'da seviyorum... Sanırım genlerimize rol model emilim fonksiyonu eklenmiş, ellerimizde etiketler hazırda bekliyoruz. Birilerni önce etiketleyip, sonra eleştirip, sonrada aynısını yapıyoruz. Terk ettiğin adama aşık olmak gibi.

Şu etiket işini herkes gibi bende yapıyorum. Bazı meslek gruplarından arkadaşım bile yoktur duyunca koşarak kaçarım. İlkel ötesi ama bazı isimlerden de çok irite oluyorum. Mesela etiketlemede en uç noktam 4 odtü'lü bir masada oturuyorsa asla 5. olmam, gene koşarak kaçarım. Hemen kendimi aklayayım, koşarak kaçmak bir derece anlaşılabilir, kimseye zararı yok. Ama eleştirmeye başlıyoranız orada sorun başlıyor. Birilerini eleştirirken o özellikleri kendimize kopyalıyoruz galiba. Belkide bu yüzden işler ve karakterler özdeşleşiyor. O surat asarak çalışan ilk banka müdürü yüzünden onu kopyalayan bir sürü banka memuru oluşmuştur ve bu nesillerdir aktarılıyordur.. aktarılıyordur.. aktarılıyordur.. akarrr..akar..akarr.. Billur tuz gibi...
Müzik bir türlü istediğim ayara gelmeyince mekan gene şekil değiştiriverdi. Fabrika ayarlarımıza ekli olan arabesk bir düzleme geçtim. Bir ses "herkesi mutlu edemiyoruz ama bir yerden başlamak lazım" dedi gülümseyerek. Aslında belkide gülümsemeyerek ve kibarca ama gülümsese fena olmazdı. Bende "senin elinden bir mojito içerim o zaman dedim". O an Ümit Besen ve İlhan İrem kolkola bir şarkıya başladılar "İşte hayat yine akıp gidiyor...." Tam kendimi hani o kumsalda gezen adam tarafından denize atılmış o tek bir denizyıldızı gibi hissederken arkadaşım "daldın sen gene, hadi gidelim artık" dedi  gittik.

Kıssadan hisseye; caz klüp'de bira içilebiliyor, şarap söylemek zorunda değilsiniz. Para verdim diye bir konseri sonuna kadar izlemek zorunda değilsiniz. Bir kere sıkıldıysanız eve gidin uyuyun, "ya birazdan bir anda çok eğlenirsem" diye bir opsiyon yok ama şöyle bir şarkı var :) Hem kesin ben çıktıktan sonra herkes çok eğlenmiştir...