27 Nisan 2011 Çarşamba

emin olsak da mi saklasak..olmasak da mi kacsak?!?

Her sabah kalkarsın, elini yüzünü yıkarsın, aynı monotonlukla dişlerini fırçalarsın v.s. v.s. bir önceki gün belki yatmadan ufak bi hayal kurmuşsundur patronun sana bir gülse, sevgilin sana bir dönse, eşin akıllansada şu borçları ödese... Yıllarca aynı hayalleri kuran insanlar tanıyorum... Peki sıkılmadık mı aynı hayalleri kurmaktan.. Aslında pek sıkılanan da olmaz çünkü olduğun yer güvenlidir.Bütün sorunlar bu güven meselesinde kitleniyor sanki.

Belki de akşam o sıkıcı hayali kurmasan, hatta kaçsan bir tatile çıksan... Süprizleri neden hayal etmez ki insan.. Bilmediği şeyi hayal edemez de ondan. Aksi ispatlanana kadar dünya düzdür. Biz daha da düzüz. Belki de o gün sana güzel bir süpriz hazırlar.. Peki sen ipleri elinden bırakmaya hazırmısın? Sansla ilgili yapilan bir deney'de yola para birakmislar ve kendini şanslı sayan insanlar para'yı daha yüksek bir oranda bulmuşlar. Şanssızlar görmemiş bile. Bir de paranoyaklar var. Parayı bulsa almaz orda bırakır. Kimbilir kimin parası, şimdi başını belaya mı soksun. Sonra da gider 5 gün neden almadım diye kendine kızar. Ne güzel para bulmuşsun, ay ne şanslıyım desene bir kerede. Yok ilk cümle ben şimdi bununla ne yapıcam.. N'olcak yemeyenin malını yerler... Aslinda sanssizlardan olmak daha kolay sanirim, en azindan aldiydin almadiydin kafani yormuyorsun, sonucta cehalet mutluluktur diye bosuna dememisler...

Bazen de sen hazır olmasan da süprizler seni bulur. ipleri elinden bırakasın gelir, hadi bir denesem nolcak ki ölümlü dünya dersin tek bir an.. Ama emin olma şansın yok ki. Zaten mutlu sonla biten süpriz yoktur, şartlanmisiz bir kere. Coğu zaman pavlov'un kopeginden halliceyiz. Senin başvurmadığın bir ilan için ararlarsa genelde o işe girilmez. O kadar kontrol manyağıyız ki kendi planlamadığımız, karar vermediğimiz şeylere tahammülümüz  bile yok. Hadi diyelim bir boşluğuna geldi, mutlu bir günde kontrol kalemini evde unutmuşsun.. Cok mutlu hissettiğin bir anda bile o şüphe tohumcuğu içinde filizlenir. O an da karşındakine bakarsın eminmi diye... Çünkü bazı insanlar doğuştan kendilerinden emindirler, eğer karşında içini rahatlatan birisi varsa belki de her şey çok kolaydır.. Sen şüphe duyunca şüpheni katlayan biri varsa kaçmak gerek arkana bakmadan çünkü kimsenin ne yaptığından emin olmadığı yerde ancak kargaşa ve anlaşmazlık çıkar. Korku her zaman sevgiden hizli kosar. Erkekliğin 10 da 9u kaçmaktır diye boşuna dememişler.. Buna kadınları ve diğerlerinide ekliyorum. Şahsen ben mesela süper kaçarım. Kendimizden emin olamazken  karşımızdakinin ne düşündüğünden hissettiğinden bu kadar emin olmamız da ayrıca hayret verici... Bayılıyoruz kurgu romanlara. Bir de kendimizi fasülye gibi nimetten saymasak keşke...Bir bilgenin dediği gibi "Neyseeeeee nee... " Zaten güneşli sahillerden yağmurlu istanbula vurmuşum, en iyisi bahar gelsin, hiç gitmesin.

Bahar gelse yaz gelse, çarşıya kiraz gelse..

http://fizy.com/#s/1f9x9m

20 Nisan 2011 Çarşamba

nostaljiklestiremediklerimizlerimizdenmisiniz?!?

Bir süredir telefonumu, telefon defterimi, evimi ve sevgilimi ve dahi arkadaslarımın bir kısmını revize ettikten sonra eski kelimesiyle başlayan cümleler kurmadan, her şeye yeniden başlayan bir insanın ruh haliyle mutlu mesut yuvarlanıp gidiyordum ki... Vakti zamaninin bir iyi arkadasının bana aldığı ilk mail adresimdeki mailleri temizlemeye karar verene kadar. Gene vaktin bir zamaninda o mail adresiyle üye olduğum bir siteye işim düşünce farkında olmadan mayınlı bölgeye girmiş oldum.

Galiba eski mail adreslerini 5 sene de bir külliyen kapatmak gerek, küflenmiş peynir gibi zehirli hale geliyorlar zaman içinde. Içinde neler yoktu ki; Ilk girdiğim işe yaptığım başvuru yazışmaları, arkadaşlarıma attığım günün nasıl geçiyor konulu mailler, uzaklardan gelen güzel mailler, uzun bir tatilden sevgilime attığım mailler, bir de mail üstünden kavga etmişiz ki.. Çocuğu ergenliğe gireceklere ders diye okutmak gerek.

Bir kızılderili atasözü der ki: "Kendini büyümemiş sanan insan evladı eski kendisini karşısında görünce anlarmış büyüdüğünü." Baş kahramanı "Peter Pan" olan, çevre ve civar köylerden gelen "ay sen de hiç değismiyorsun" gazlarıyla kendini avutan, kız arkadaşlarından yıllarca azcık daha büyük ve olgun davranması konusunda öğütler dinleyen insan evladı bir günde büyüdüğünü fark edince ne yapar? A. vurur kafayı mışıl mışıl uyur B.nüfus kağıdını erkek arkadaşının cebine sokuşturur vakti geldi diye C. ev yapımı vişne likörünü alıp film izler. Ben genelde son seçeneği seçerim, kendini sona atılmış hissetmesin, önemli hissetsin diye. Ama vişne likörü bile içime sinsice sızan nostalji hastalığından beni koruyamadı. Bir durgunlaşma, bir eski şarkıları bulup dinleme, bir keyifsizlik...Literaturde Nostaljikus denilen bu hastalık önemsiz gibi görünse de insanı derinlerden etkileme kabiliyetine sahiptir ve bir kaç gün ya da bir kaç ay sürebilir. Neyse ki cuma çıkacağım tatilin çabuk atlatmamı sağlayacağını umuyorum.

Bir de bunun kalıcı olanları vardır ki ruh halleri bulaşıcıdır. Ne zaman eski bir şarkı duysanız aynı hisleri hissediyorsanız, those were the days'i dinlerken duygulanıyorsanız ya da hep aynı kitapçı'ya, bakkal'a gitme eğilimindeyseniz.. hem de aynı masa'ya oturuyorsanız her firsatta, siz de Nostaljikus'dan muzdarip olabilirsiniz. Semptomlar yıllar içinde hafiflese de ufak bir tetiklemeyle hastalık tekrarlayabilir.

Bir yandan üniversite de cok dinlediğim duygu dolu bir sarkıyı dinliyorum, şöyle damardan nostalji, çivi çivi'yi söker belki.. Ama bu eski şarki da iyi gelmedi. Sanırım o zamanlar bir kelimeye bile bir çok anlam yükleyebilen, gereksiz yere duygusallaşan, yaptığı şeylerden deli gibi keyif alan, gülmekten kanepelerden yuvarlanan, sabaha kadar dans eden, arkadasları için fizana gidebilen ve ruh eşini bulduğunu sanabilen insanin geri gelmeyecegini fark ettirdi. Tanıdığı herkes işe gidince bir sabah işe gitmek için evden çıkmıştı ve bir daha geri gelmemişti. Aslında gidişini hiç umursamamıştım, çok çalışıp bana para getirdiği sürece çok da umrumda değildi nereye gittiği. Peki neden şimdi bu eksiklik duygusu.. İşte hep nostaljikus'un yan etkileri.

Tamam peki o zaman elimizde ne var ona bakalım desek. Çünkü ben analitik düşünme egitimi aldım ve bunu bir yerde kullanıp böbürlenmek istiyorum. Analitik olarak: Gecmişte yaptığım güzel şeyleri nostalji hastalığına kurban verip es geçtikten sonra elimde gelecek günlerim kalıyor. Şu an gazı kaçmış cola gibi hissetmesem bu yeterli olurdu ama o işe gidip dönmeyen aklı beş karış havada kızın enerjisine ihtiyacim var malesef. Ben bu kadar büyümüşsem 20li yaşlarında olgunluklarıyla nam salan akıllı oturaklı olanlar, siz nasıl hissediyorsunuz ki? Hem beni yanlış değerlendirmişsiniz ben de büyürmüşüm, herkesle aynı yoldan ilerliyormuşum. Sadece belki biraz geriden geliyormuşum.. Amatör değil profesyoneliz hepimiz ne de olsa...

19 Nisan 2011 Salı

İbiza..

 İbiza'ya gitmeden önce nasıl bilirsiniz diye sorsalar.. dance dance dance diye bir cevap verebilirdim ki en çok gece hayatından bahsedildiğini duymuştum. Oraya ulaşınca aslında adanın iki yüzü olduğunu öğrendim.. İbiza kişilik bölünmesi yaşyan bir gece ve gündüz gibi.. Geceleri dünyaca ünlü dj lerin sabaha kadar müzik yaptığı, çılgın şovların olduğu barlara ve gece hayatına kendinizi kaptırıp, gece yaşayan vampirlere dönüşmediyseniz adanın şirin koyları ve güzel yüzüyle tanışma şansınız olacak demektir. İbiza'nın daha çok gece hayatından bahsedilmesinin nedeni bence adayı gündüz gözüyle gören insan sayısının azlığı. Nitekim ben gündüzcülerdenim..

Çok sevdiğim bir arkadaşım İbiza'da çalışmaya başlayınca bende bu fırsatı kaçırmayıp yolculuk planları yapmaya başladım, evde konaklama imkanı bulduğum için oteller hakkında bir bilgi veremeyeceğim. İbizaya gelmek icinse valencia, barcelona ve mallorcadan kalkan gemileri veya havayolu sirketlerinden birini tercih etmeniz gerekiyor. Ada doğasıyla tam bir akdenizli. Bizim pek de yabancı olmadığımız çam ağaçlı yollar arasında irili ufaklı koylar yer alıyor. Zaten adanın eski isimlerinden “Pitiusa” çam ağaçlarıyla kaplı demekmiş. Ada'nın en büyük şehri kendisiyle aynı adı taşıyan "İbiza"şehri. Dünyaca ünlü gece klübü "Pascha" da burada yer alıyor, bir diger önemli gece klübüyse "Amnesia". Klüplerde hemen hemen ne ararsanız var, isterseniz gün ağarana kadar Tiesto, David Guetta gibi unlu dj leri dinlersiniz, ya da Brezilya karnaval gruplarından, köpük partilerine kadar aklınıza gelebilecek çeşit çeşit partilerden birine katılırsınız. Peki bütün bunlardan nasıl haberiniz olacak ? Bütün ada bilboardlar ve parti afişleriyle donatılmış ve bence kuşatılmış durumda o yüzden İbiza'ya adım atıp da partilrden haberdar olmama şansınız yok.

Bilboardlardan öğrenemeyeceğiniz kısma gelirsek, İbiza akdenizdeki egemenlik savasının ortasında kalmış bir adacıkmış, ilk önce kartacalılar gelmiş, sonra romalılar, derken 9.yy'da araplar gelmiş ada'ya. Araplar öyle geldikleri gibi de gitmemişler ada'yı 400 sene kadar kontrolleri altında tutmuşlar. Katalanlar ada'yı 8.08.1235'de araplardan geri almışlar ve bugün hala ağustos ayının ilk haftasında ada'nın en önemli festivali kutlanıyor. Ben tamda festival zamanı adadaydım ve ücretsiz konserlerden faydalanıp ispanyolların "Guapa!!" nidaları eşliğinde "Diana Navarro"yu dinledim. İbiza haricinde adada bulunan bütün şehirler azizlerin isimlerinden oluşuyor "santa" ile başlıyor. Eeee 400 yılın etkisini silmek için bütün azizleri adaya çağırmak gerek ne de olsa.. Zaten ada'daki camiyide yıkıp yerine katedral inşa etmişler. Arap etkisinin bugün hala ev mimarisinde, geleneksel kıyafetlerde ve müzikde görülebildiği söyleniyor. Ama en çokda adada konusulan “ibienko” lehçesi arapçadan etkilenmiş. Benim gorebildiğim tek arap etkisiyse İbiza’ya “elektronik müziğin mekkesi” denmesi ve en bir başka ünlü klüp “Eden” in arap saraylarını andıran mimarisi.

Ben en çok koylarını sevdim. İrili ufakli 56 kadar koy varmış. Bazı koyların tepe noktalarında ise tek başına duran kale surları var, önce herhalde kale duvarları yıkıldı kuleler kaldı diye düşünmüştüm ama bunların korsan gözetleme kuleleri olduğunu öğrendim. Bir kuleden yakılan ateşi diğer kule görebiliyor ve böylece bir saldırı halinde kulelerde yanan ateşi gören halk kliselere saklanıyor. Çok heycanlı!!

Hippie Market / Benirras
 Koy'ları dolaşmak için en güzel'i araç kiralamak, en güzel koy ise turkuaz mavisi denizi ve bembeyaz kumsaliyla" portianitx". Bizimde kaldığımız San miguel koyu idare eder ama sol tarafindaki patikayı takip ederseniz daha küçük ve gizli bir koya ulaşıyorsunuz. Çok az insanin yüzmeye geldigi bu koyda kalabalikdan biraz uzaklaşabilirsiniz. San Miguelde yer alan ufak ada ve uzerindeki ev'le ilgileniyorsanız fiyatı 40 milyon dolarmış ve Madonna ailesiyle beraber o ev'de tatil yapmis. En ilginç koy ise "Port de Benirras" Pazar gunleri ada'da yaşayan hippie'ler benirras'da toplanıyorlar ve ada sakinleri'de hippieler ve müzikleri ve dansları'nın peşinden bu koy'a akın ediyor. Çarsamba günleri de benirras da "Hippie market" kuruluyor.Önceleri  
Hippie Market / Benirras
sadece hippie lerin kurdugu market, turistlerin artan ilgisiyle adada yasayan halk tarafindan da ürettikleri seyleri satabilecekleri bir Pazar olarak kullanılmaya başlanmis. Hippie market'de alisverisin yanı sıra müzik ve gösteriler yapan insanlarla beraber hosca vakit geçirebilirsiniz. Ada’nın en dogal plajlarından bir tanesi ise “Salinas”. Tuz cıkarılan bolgede kurulan plaj dogal sit alanı icinde ve inşaat yapılamıyor. Bu sakin ve gozden uzak koyda aynı zamanda çıplaklar plajı bulunuyor. İbiza’nın bu sakin koyundan “playa en bossa” plajına gectiğinizdeyse en unlu plaj kluplerinden “Bora Bora”da elektronik müzigin ritmiyle şezlonglarda dans eden insan kalabalığı ada'nın diğer yüzü.
 
cafe del mar'ın önündeki kayalık

 










Gecelerin adeta kutsal olduğu bir yerde gün batımı'da bir ritüel. Bu ritüel'in de bir markası var ki o da “San Antonio” daki Café del mar. Cafe del mar'dan günbatımını izzlemke o kadar moda'ki buraya gün batımı turları düzenleniyor. Aslında cafe'ye oturmasan da aynı gün batımı cafe'nin önündeki kayalıklardan izleneyebiliryorsun. Tabi marketten bir şişe sangria almak şartıyla.  Ufuk çizgisinde kaybolana kadar guneş ışıklarının gokyuzunu boyadığı renklerle yavaş yavaş aksam olurken yudumladığım sangria’nın tadı hala damağımda. Harika olan sangriamıydı yoksa gün batımımı bilemedim.




cafe bonbon

İbiza’yı dünyanın en iyi açık hava diskosu olarak görenlerin görmediği diğer yerde "Dalt Ville" nam-ı diğer "Yüksek şehir". Kalenin surları arasında kalan, kaleyi gezerken kendinizi daracık sokaklarda bulduğunuz,  daracık sokaklarda dolasırken bir anda kalenin surlarına çıkıverdiğiniz içiçe geçmiş bir bölge. Bembeyaz kerpiç evleri ve her köşeyi döndüğünde seni karşılayan ayrı bir sokak manzarasıyla sokakların içinde kaybolmak istiyor insan. Bir süre sonra harita'yı bir kenara bırakıp sokağın ucundan bakan bir merdiven yada yan taraftaki davetkar bir sokağa kapılıp gitmek istiyorsun. Zaten davetkar sokakların büyüsü olmadan bir kenti dolaşmak nedir ki... Her kayboluşun sonunda güzel bir kafe ya da ufak bir lokanta keşfedilmeyi bekler. Bir nevi savaş ganimeti.. İbiza'daki savaş ganimeti'de "cafe bonbon".Bardagın alt tarafında yogunlaştırılmış süt ve üzerine konulan espresso ile hazırlanıyor.

Benim gibi gezme arsızıysanız ve eee bu koylar bitti şimdi ne yapmalı diye düşünüyorsanız gitmeniz gereken yer "Formentera" adası. Formentera’ya normal feribot ile gidip dönebilrisiniz ama ben katamaranlarla yapılan turlardan aldım. Katamaran teknelere oranla daha keyifli ve tur içinde uğradıkları koylar akdeniz den çok karayiplere, maldivlere benziyor. Tatil'in engüzel deneyimlerinden biriydi. Gene olsa gene yaparım ve hatta keşke gene olsa da yapsam.. Ne de olsa yağmurlu bir günün ertesinde deniz'i özleyerek yazıyorum bu satırları...