26 Aralık 2010 Pazar

Sandik ahalisinden bir yazi...

eski bir yazi sandiktan cikan..katlanmis ezilmis ama yirtilmakdan kurtulmus...ustunde yazanlar da assagida..
Hala uyumak istiyorum ama gözlerimi kapadığım anda gözlerim acıyor. O kadar çok uyudum ki...artık gözlerim kapanmıyor ama açtığım an da gözlerim acıyor, başım zonkluyor. Aniden sanki bir şey yapmam gerekiyormuş gibi yataktan hızlıca kalkıyorum, bilinçsiz bir kaç adımdan sonra hiçbirşey yapamayacağımı fark edip, nasılsa susarım diye bir bardak su alıyorum, nasılsa tuvaletim gelir diye tuvalete uğruyorum. Bu arada evin her tarafından sesler yükselmeye başlıyor. Mutfaktaki tabaklar "beni yıka beni yıka", kahvaltıdan masanın üstünde kalan peynir "beni dolaba kaldır", yere attığım kıyafetler "bizi topla", yerler "beni süpür",dünden kalan çamaşırlar "bizi ütüle" diye hep bir ağızdan bağırmaya başlıyorlar.


Seslerden irkildiğim için koşarak yatağa dönüyorum. Yorganı üzerime çekip yüzümü duvara, sırtımı eve dönüp uyumak için gözlerimi kapıyorum, kahretsin o kadar çok uyudum ki gözlerim acıyor. Kapıyı çekip, kendimi dışarı atmak ve ev ahalisinin yakarışlarından kurtulmak istiyorum ama merdivenler çok dik, yokuşlar çok uzun, sokaklar çok kalabalık geliyor ve ben çok amaçsızım. Sadece hiç bir şey yapmamak istiyorum ama koltuğa oturur oturmaz yapmam gereken işler etrafımda halka oluşturup radyodan gelen baygın müzik eşliğinde dans edip önce ben, önce ben, önce ben diye zıplamaya başlıyorlar.

Ayağa kalkıp okuyaak bir şeyler bulmak istiyorum. Amacım okumakdan çok, gözlerimi bir an önce yorup tekrar uyumak. Uykusuz kaldığım geceleri, gözlerimi kapamamak için zor tuttuğum gündüzleri düşünüyorum hiç bir işe yaramıyor. Ayağa kalkıyorum yerdeki alışveriş torbasına basıyorum, yapmam gereken işler ayağıma takılmaya başladıkları için  bu seferde üstlerinden atlayarak yatağa ulaşıyorum. Sırtımı eve yüzümü duvara dönüp yorganı üstüme çekiyorum tekrar. Bu sefer de aklımın kuytu köşelerinde saklanmış düşünceler zihnimin koridorlarında dolanmaya başlıyorlar. Ama ben düşünmek istemiyorum. Elime bir süpürge alıp zihnimin koridorlarını süpürmeye başlıyorum. Her süpürüşüm de tozlar havalanıp aynı yere geri konuyor. O kadar hızlı hareker ediyor ki düşünceler yetişip süpüremiyorum. Zaten halim yok, çok yorgunum. Ben de üstlerine çingene pembesi bir halı seriyor, hasır altı edilmiş düşüncelerimin üstüne uzanıp sırtımı zihnimim koridorlarına, yüzümü duvara dönüp uyuyorum.

Sandık ve Ahalisi.. Bölüm 1

Eski bir sandığım varmış benim de..kendi çapımda atmak istemediğim şeyleri topladığım. Öyle annelerimizin evlerindeki sandıklara benzemez, bambu'dan kendisi. Nitekim ben de onun bir sandık vazifesi yaptığını yeni fark ettim. İçine gezdiğim yerlerin haritalarını, kitapçıkları falan koyduğumu sanıyordum ama düpedüz anı biriktirmişim kendime bile çaktırmadan. Bir harita, AAA arada bir resim, bir rehber kitap koyalım o da ne bir yazı.. Sandığın içine doluşuvermişler..





İster eski bir sandık olsun ister eski bir çekmece bir kere açtın mı bir türlü kapanmaz. İlk bakışta gereksiz bir sürü zerzevat gibi gelir, şöyle bir bakıp atayım bunları en iyisi dersin. Sonra bir bakarsın saatler geçmiş sen ufacık kağıtlara yazılmış notlara, eski haritalara, kutu'ya tıkılmış dialara teker teker bakıyorsun. Atmak gerek dersin bir yandan ama nedense elin varmaz bir türlü. Eski bir arkadaşın çıkar belki karşına napıyor bir arasam dersin sonra hatırlarsın sen ona kızmıştın ya seneler önce. Hadi bırak inadı, çocukluğu desen.. Fark edersin ki sorun yıllar önce kızmış olmak değil belki de, eski dost'un bile olsa köprünün altından çok sular akmış artık paylaşacak bir şey'in yok. Zorlamaya'da gerek yok.

Peki eski arkadaşlar hep arkadaşın olmak zorundamıdır? Küçükken kim kazıdı aklımıza arkadaşlar ve bağlılık kavramını, kim öğretti "sen benim eski değil eskimeyen dostumsun" marşını.. Evet var eskimeyen dostlar tıpkı eskiyenleri olduğu gibi. Eski sevgilisini aramadığı için suçluluk hisseden yoktur ama görüşmediğin eski bir arkadaşın aklına gelince vicdanın hemen zillerini çalmaya başlar. Vicdanın sesiniyse en iyi yemek susturur. Sandığı kapamalı hemen aceleyle çıkardıklarını içine tıkarak. Eski bir yazı buldum, bitkin ötesi bir halde yazılmış, kim bilir ne zaman..


19 Aralık 2010 Pazar

İşte öyle bir şey...

İşe gitmediğin bir günde sabah erken kalkmak.Hiç nedenin olmadan, seni kimse zorlamadan, daha saat bile çalmamışken kalkmak. Sonra yürümek, hava kötüyse bile, kar yağsa bile yürümek. Şekerden yapılmış insanlar erimemek için burunlarını dışarı çıkarmazken, şemsiyeyi bir kenara bırakıp, erimem nasılsa diyip yürümek. Kulağında çalan bir müzik.. şöyle ortaya karışık çalanından, mesela ayla dikmen üstüne coldplay sonra pearl jam veya erol evgin'den gelsin; işte öyle bir şey..
http://fizy.com/#s/1n7dep

Tam adımlarım sıklaşmış, yürümeye dalmışken kulaklığıma gelen bir müzikle irkildim. şiddetli bir yağmur sesiyle başladı şarkı, bir anda yüzüme hafifçe damlayan yağmurun sesini kulaklığımdan duymanın verdiği şaşkınlıkla müzik mi yürüyüşüme eşlik ediyor, yoksa şarkının içinde mi yürümeye başladım anlayamadım.

Genelde insanın müzik listesi bellidir. O yüzden günün ortasında seni şaşırtacak bir şarkı ya da daha önce duymadığın bir ezgi girmez kulaklarına ve sende aynı melodiler ve aynı düşünceler içinde günlerini, saatlerini, dakikalarını geçirirsin. Halbuki ne kadar da gereklidir beklenmedik bir ezgi, çünkü düşünceler melodilerin arkasına takılmaya meyillidirler. Bir illüzyonist'in sopasından çıkan renkli mendiller gibi birbiri ardına eklenmiş düşünceler bir melodiye tutunurlar ve art arda beyninden geçmeye başlarlar.

Geçenlerde yeni aldığım mp3'e kendi listemi değil arkadaşlarımın listelerini ve adını bile bilmediğim grupları eklemiştim. Bir şarkı dinledim ve hayatım değişti hikayesi değil bu, çünkü şehir efsanelerine, noel baba'ya, süper loto'ya, bir kitap okudum ve'ye ve şans meleğine inanmam. Hiç bir şey yapmasam da, istesem de istemesem de hayatım son 5 senede zaten çok değişti, değişecek. Aynı nehirde iki kere yıkanamazsın ne de olsa.. Kurmaca olduğu halde inandığım şeyler de var, mesela kadere ve aşka inanırım. Çünkü benim gibi salt mantık'dan oluşmuş bir insanın hayatındaki saçmalıklara bir açıklama bulması gerekir. Ne zaman hayatım U dönüşü yapsa içimde ki mantık kuruluna, ihtiyar heyeti'ne dönüp kader veya aşk'da suç derim. Gerçi matrix'i izledikten sonra sistem hatası olarak da açıklayabileceğimi fark ettim ama kader ve aşk hala daha gizemli.

Hayat'ın çok değişse'de bakış açın değişmiyorsa zorlamalı belki kendini cümleye başka bir kelimeyle başlamaya. Sevdiğim bir söz vardı, hep aynı şeyleri yaparak farklı bir şey olmasını bekleyemezsin. Bu müzik listeni değiştirmek de olabilir, hep haklı olduğuna inandığın bir konuda ya ben haksızsam diye düşünmek de ya da çocukluğunda bir kere "hiç sevmem" dediğin ve bir daha yemediğin o yemeği tatmak da.. Belki iyi hissedersin belki de hissetmezsin..ya hissedersen..işte öyle bir şey...

Başkasının listesinden : http://www.dailymotion.com/video/xdw5kr_mika-grace-kelly_music

MIKA - Grace Kelly
Yükleyen umusic. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaşayın!

12 Aralık 2010 Pazar

Sıcak şarap... iyiki varsın...


...Huysuz ve tatlı kadını söylemeye başladı, akordiyondan usulca yayılan seslere eşlik eden nispeten ince sesi bütün salonu doldurdu. Bizler keyifle şarkılara eşlik ederken, şarkıcının yanındaki masada oturan kadın dönerek "huylu ve tatlı olsa daha iyi olurdu" dedi. Elindeki sigaradan bir nefes daha çekti ve "bir kadının hem elinde, hem yüzünde, hem dilinede yoksa evlerden ırak olsun " diye devam etti.

Kadınlardan çok çekmiş bir erkek edasıyla hemcinslerini nazik bir gülümsemeyle beraber bir kalemde harcarken,bir an yanına gidip huysuz ve tatlı kadınların aslında ne kadar güzel olduklarını anlatmak istedim. Kim arada huysuz değildi ki, sonunda tatlıya bağlıyabilmek de bir meziyetti aslında.

Neyse ki şarkıcımız akordiyonuyla öyle sarhoş olsam ki'yi söylemeye başladı ve hemen şarkıya uyarak bardağımın dolu tarafına cevirdim kafami. Kocaman şarap bardağının dibinde bir yudumluk canı varmışçasına bana bakan şarabımı yudumladım...

----------------------------------------------------------------------------------------------------------

Hava soğumaya başladığı zaman içimde bazen soğur, ne dışarı çıkmak isterim ne de soğuk bira tadında mekanlarda vakit öldürmek ..Neyse ki sıcak şarap hayatıma girdiğinden beri artık kışların benim için başka bir anlamı var. Kış yaklaştığı zaman bir an önce havalar soğusun ve sıcak şarap menülerdeki yerini alsın diye dört gözle bekler oldum.  


Bu Cumartesi aniden düşen hava sıcaklığıyla beraber  cadde’de sıcak şarap içilecek bir yer aramaya başladık..  Cadde’nin sonuna geldiğimizde  aramaktan yorulmuş, soğuktan büzüşmüş bir halde kapısında şarap evi yazan, dışarıdan bakıldığında ise pek bir şeye benzemeyen o’ben şarap evi'ne girdik.. İyi ki de girmişiz..

Tahta masaların sıralandığı, son derece loş ışıkları olan sıcacık bir mekanmış meğerse. Çok güzel bir şarap menüsü geldi, yiyeceklerse az ama öz denecek cinsten. Öyle insanın aklını karıştıran son dönemin modası rengarenk  bol resimli menülerden sonra yalın ve tam şaraplık.. Sıcak şarabı sona saklayıp mantarlı risotto ve ev yapımı süryani şarabı söyledik önce. Keman niyetine çalan gıygıy sesleri eşliğinde sabırla yemeğimizi beklemeye başladık, neyse ki inanılmaz geciken risotto harikaydı ve aç bir canavara dönüşmemi engelledi. Geciken yemek için hiç söylenmemiş olmamıza rağmen masamıza şef'in yollamış olduğu meyve tabağı geldi ve risotto geciktiği için bizden özür diledi. On kere seslendiğin halde yüzüne bakmayan garsonlardan ve elimi sallasam ellisi şeklinde müşteriye doymuş ultra pahalı lokantalardan sonra bu nazik davranışı için mutfağa gidip şefin boynuna sarılıp teşekkür etmek istedim. Yavaş yavaş yemeğimizin tadını çıkarırken gıygıy kemandan beter cıstak cıstak bir müzik başladı. Neye uğradığımızı şaşırıp şaraba sarıldık. Müzik de kötü olsun varsın, şarap harika nasıla derken cıstak cıstak müzik sustu ve  elinde akordiyonuyla güleç bir müzisyen içeri girdi.




Ve başladı bütün o eski dost şarkılar..kemanıyla bize bir ses verebilen, gölgede bir salıncakta sallanan sonra öylesine sarhoş olmak isteyen, papatya gibi beyaz ve ince bir akordiyondan bize doğru akan  o tanıdık melodiler, annelerimizin radyolarından gün boyu evlerimizin içine sızan, hiç dinlemediğimizi sansak da hep ezbere bildiğimiz bütün o eski şarkılar.. Bizde her hecesine eşlik ettik sıcak şaraplarımızı yudumlarken. İstanbul da içtiğim en güzel sıcak şaraplardan birisiydi, içmeye doyamayınca mecburen bir tane daha söyledim soğuğu bahane ederek. Değişiklik olarak sıcak şarabın içine bir adet keçi boynuzu koymuşlar. Asıl tercihim sıcak şarap ve tarçınlı kurabiyeden yanadır ama o kadar güzeldi ki, tadını keçi boynuzu veriyordur belki diye çıkarmaya korktum. Ara sıra gözüme batan keçiboynuzum, ben ve arkadaşım harika bir akşam geçirdik.
Yeni bir yer bulduğum zaman İstanbul’u tekrar seviyorum, bunca sene sonra bile hala keşfedecek yerler olması çok zevkli. Gerçekten samimi, sıcak ve olduğu gibi keyifli olan, sıcak şarap tadında yerler.. Kalabalığa henüz teslim olmamış, zevkli bir insanın eli değmiş yerler.. Eskiden keşfettiğim yerleri pek kimseye söylemezdim bozulmasın diye. Ama öğrendim ki istanbul da keyifli yerler her zaman keşfedilir!  Ben söylemesem de nice güzel mekanın kalabalık tarafından esir alındığını, içeri girilmez hale geldiğini gördüğüm için biliyorum ki burası da değişecek ama bu kışı sakince atlatırız sanırım.. Artık soğuk kış akşamlarında sıcak şarap içeceğim yer hazır, daha n'olsun...

6 Aralık 2010 Pazartesi

Güneşli bir çok günün ardından gelen güneşsiz bir gün...

Uyandığında güneş yoksa pencerende..asma hemen suratını, içine bir bak belki oradadır..dünden kalan bir kaç parça gün ışığı perdelerinin arasına saklanmışsa eğer bul onu..kahvaltına eşlik etsin..

Güzel bir melodi kulaklarında, hazırlanmışsın bir güzel, planlar yapılmış..ama o da ne anahtarını bulamadın, kredi kartını restoranda unutmuşsun ya da arkadaşın seni ekti…Ya ne yapmak lazım.. kızmak kendine; ki en kolayı..alışmışsın kendini herkesten önce cezalandırmaya, kız bakalım kızabildiğin kadar sonra da evde otur ne güzel bir gün olacaktı diye hayıflanarak..